Empati yoksa

Siyasi partilerin ve belli kimliklerin taşıyıcısı konumuna gelmiş önde gelen kişilerin daha çok kendi tabanları ya da öncelikleri üzerinden değerlendirme yapmaları anlaşılır. Sonuçta bulundukları yerin en önemli anlamı; temsil iddiasında oldukları kesimlerin endişelerini, korkularını ya da umutlarını söylemleştirmek, kitlesel düzleme taşımak ve mümkünse siyasi arenada icraat haline dönüştürmek. Bu konuda tabanlarını tatmin eden bir performans sergileyemedikleri takdirde zaten pozisyonlarını sürdürmeleri de zorlaşacaktır.

Fakat bu ihtiyaç, söylem inşa ederken toplumun diğer kesimlerini göz ardı etmenin ve tek taraflı bir kurguyu tek ve mutlak alternatif olarak dayatmayı meşru kılmıyor. Hele de kitle partisi olma iddiasındaki bir siyasi partide bu daha da önemli. Aynısı savunduğu ideallerin temsil ettiği kitleyi aşan bir doğruluk ve geçerlilik taşıdığı iddiasında olanlar için de geçerli.

Kabul ettiği ya da doğru olarak ilan ettiği tutumların mutlak olduğunu savunmak ancak faşist idarelerde mümkün. Farklı bir doğruyu savunmanın ya da farklı bir pozisyonu dillendirmenin suç, kabahat, ölümcül hata ve geri dönüşsüz bir kayıp olması demokratik sistemlerde ya da özgürlükçü düşünce yapılarında yeri olmayan bir tutum.

Bu açığı kapatacak en önemli araç ise empati mekanizmalarını devreye sokabilmek. Diğer aktörlerin önceliklerini, içinde bulundukları bağlamı göz ardı ederek kendi doğrusu ve beklentisi üzerinden durum tespiti yapmak nihayetinde bu tek taraflı değerlendirme yapan kurumların da uzun vadede gerçek perspektifi kaybetmesine neden olacaktır.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 13 ay önce başlattığı PKK’nın silahsızlandırılması sürecinde bir yanda pozisyonların netleştiği bir yanda ise farklı endişe ya da yaklaşımların neredeyse günah kategorisine sokulduğu bir noktaya gelindi. Halbuki tam da bu olmasın diye daha önce Akil İnsanlar gibi sistemler devreye sokulmuştu.

Sürece baştan beri karşı olanların pozisyonunda anlaşılmayacak bir nokta yok. PKK’nın silah bırakmamasının maliyetini görmezden gelen, terörün zayıf da olsa devam etmesinin oluşturabileceği acıları “operasyon zayiatı” ya da “coğrafyanın mecburiyeti” olarak tarif edip geçmeye meyilli, kimlik tartışmaları gibi sorunun kök nedenlerine dair hiçbir şey söylemeden meseleyi sadece bir silahlı mücadele bağlamına oturtanların zaten ne empati ne de çözüm gibi bir dertleri var.

Bahçeli süreci (bir türlü isim konulamayan sürece sanki en uygun alternatiflerden biri bu olabilir) nihai amacın birleştiriciliği ve toplum yararına olması beklenen çıktısı nedeniyle birçok kesimi ikna etti. Gerek mecliste grubu bulunan partiler gerekse farklı toplum kesimleri sürecin amacı, işleyiş tarzı ve aktörlerin asıl niyetleri ile ilgili tereddütler yaşasa da katkı vermeye çalıştı.

TBMM’deki Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi komisyonunda İmralı’ya heyet gönderilmesine dair yaşanan tartışmalar ve CHP’nin Öcalan’a heyet gönderilmesine karşı çıkması ile 13 aylık süreçteki ilk ciddi farklılaşma yaşandı. Burada partilerin sürecin geneline dair tutumları ile yürütülüş tarzına dair itirazlarının farklılaşması bugüne kadar takip edilen olumlu tutumların da yok sayılmasını beraberinde getirdi.

CHP sonuçta siyasi bir karar aldı. Bunun sonuçları ile yüzleşmesi ve özellikle DEM Parti tabanıyla arasında oluşacak gerilimi yönetmesi gerekiyor. Bu karar günün sonunda bir sonraki seçimlerde büyük bir maliyet olarak da kendisine dönebilir. CHP’nin komisyona katılmaması partinin temsil ettiği kimlik grubu ve geçmişi ile tutarlı. Tutarlı olmayan bugüne kadar gerek Kürt sorununun içeriğine gerek sorunun çözülmesine dair daha önce kullanmadığı ifadelerdi.

CHP’den beklenmeyen fakat sürece katkı olarak değerlendirilebilecek –gazeteci tabiri ile asıl haber değeri olan- unsurların son karar ile nesh edildiğini düşünmek için çok erken. Tam aksine bu karar ile bugüne kadar yapılan açıklamalar ve takınılan tutumlar sebebiyle CHP’nin neden yanlış bir kurgu olduğuna dair mecburen ötelenen eleştirilerin tek nefeste sıralanması asıl meselenin amacına dair de soru işaretleri doğuruyor.

CHP’nin dönüş(e)meyeceğini düşünmekle CHP’nin dönüşmesini istememek arasında ince ama önemli bir çizgi var. CHP’nin kendi içinde de bu dönüşümden ya da çabadan mutlu olmayanların hiç de az olmadığı bir sır değil. Özellikle tabanda hâkim olan statükocu tutumla yine tabanda tümüyle karşılıksız olmayan dönüşüm dinamikleri arasındaki gerilimi baştan mahkûm etmenin ve “isteseler de olmayacak” üzerinden kati pozisyonlar kurgulamanın CHP’ye bir faydası yok ama ülkeye var mı orası da soru işareti.

Nihayetinde siyaset oksijen çadırında ya da tek belirleyenli bir denklemde ilerlemiyor. Türkiye’nin belki en önemli olabilir ama tek sorunu PKK’nın silahsızlandırılması süreci de değil. Bunu dikkate almadan toptancı yaklaşımlar bir sorunu çözse de diğerlerini çözümsüz bırakma riski taşıyor. Kürt siyasal elitlerinin bir ölçüde anlaşılır olsa da meseleleri yüksek dozda kendi sorunları üzerinden değerlendirmeleri de bütünü kaçırma riski taşıyor. Diğer siyasal elitler de dünyayı kendilerinden ibaret görme sorunundan azade değil.

Bunun önüne geçmenin yegâne değilse de en önemli yolu ise empatiden geçiyor.

YORUMLAR (10)
10 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.