Kimin yakıldığına göre mi insanız?

Türkiye’de mülteci, sığınmacı, misafir ya da genel tanımı ile Suriyeliler meselesinde son bir haftada yaşananlar hem toplumsal vasat hem iktidarın yönetme kapasitesi hem de muhalefet dahil siyasetin memleketin sorunlarına dair çözüm üretme potansiyeline dair çok açık ve ne yazık ki iç karartıcı bir fotoğraf verdi.

Baştan sorunun, Suriyeli bir çocuğun yine Suriyeli biri tarafından taciz edilmesi olmadığını ortaya koyalım. İçişleri Bakanlığı yetkilileri bir dönem rakamlar vererek Türkiye’deki Suriyelilerin suç oranlarının ülke vatandaşlarından çok daha düşük olduğunu defalarca dile getirdiler. Son dönemde de ellerindeki verileri paylaşmalarında fayda var.

Kaldı ki Sakarya’da hamile bir Suriyeli kadını iki Türkiye vatandaşı tarafından çocuğunun gözü önünde katledildi . Kilis’te Suriyeli bir çocuk yine Türkiye vatandaşı tarafından öldürüldü. Ayrıca Kayseri’de de Suriyelilerle ilgisi olmayan birçok taciz, tecavüz olayı yaşandı.

Burası 90 milyonluk bir ülke ve her ilde her etnisiteden ve mezhepten kişi suç işleyebilir. Hiçbirinde kopmayan fırtına şimdi kopuyorsa bunu ahlaki duyarlılıkla açıklamak en hafif tabirle suçun üstünü örtme çabası.

Asıl derdin ne olduğunu zaten sosyal medyada dolaşıma giren ve Mustafa Kemal’e atfedilen işe yarar bir söz anlatıyordu: “Gereğinden fazla merhamet vatana ihanettir.” Kayseri’de sicili kabarık, göçmen kaçakçılığı, yaralama, uyuşturucu, yağma, hırsızlık, mala zarar verme, cinsel taciz, dolandırıcılık, parada sahtecilik, tehdit, hakaret, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma sabıkası olanların da aralarında olduğu gözü dönmüş bir kitle daha önce belirledikleri ve Suriyelilere ait olan ev ve işyerlerine saldırırken paylaşıldı bu söz.

Aslında Atatürk’ün böyle bir cümlesinin olmamasının görünür kıldığı iki arıza var. Birincisi içeriği doğru ya da yanlış olsun kutsadığı bir kişinin söylediği her sözü sorgulamadan kabul etmeye hazır bir kitle var.
İkincisi ise içindeki yabancı düşmanlığını ifade etmek için her cümleyi kabule hazır bir kin ve nefretin, irrasyonel duruşun varlığını daha net gördük.

Yani, “elleriniz dert görmesin, geç bile kaldınız” demek istendi. Siyasi partilere ait hesaplar bile rahatlıkla içinde insanların olduğu evleri, o insanların karnını doyuran işyerlerini yakanlara ‘merhamet etmeyin’ mesajı olarak okunacak şekilde paylaştı bu sözü. Hemen arkasından da Madımak’ta 33 insanımızın yanarak hayatını kaybettikleri katliamı anan paylaşımlarda bulundular.

Roket bilimi değil mesele. O kadar karmaşık ve bilinmezlerle dolu bir tavır geliştirilmesi gerekmiyor. İnsanları yakmak, yakmaya teşebbüs etmek insanlık suçudur. Cümleye ‘masum’ diye başlamıştım sildim. Hedeftekinin kim olduğu tartışmaya konu bile olmaz.

Yoksa yananın, yakılmak istenenin milliyetine, mezhebine göre tavır almaya insanlık demiyoruz. Türkiye’de yükselen aşırı sağ seküler milliyetçiliğin kodlarındaki İslamofobi’nin varlığını görmek için de bu tür örneklere ihtiyaç yok.

“Turken Raus”un yerine “Arap defol” yazılıyorsa; evlerin yakılmasına, insanların bıçakla tehdit edilmesine tepki vermeden önce uydurulmuş bir ‘fazla merhamet ihanettir” cümlesi ilk akla gelen oluyorsa Duisburg, Hamburg, Kempten ve Solingen yerine Kayseri, İstanbul, Gaziantep yazacak yolun da taşları döşeniyor demektir. Kaldı ki Manavgat Serik’te 17 yaşında Ahmet Handan El Naif’i bıçaklayarak öldürenler bu listenin ilk satırlarını dizmeye başladılar.

Bahane çok. “Ama Solingen’de yakılanları Alman devleti davet etmişti.” “Ama Sivas’takiler bizim insanımızdı, aydın, sanatçıydı”, “Ama bunların misafirliği de uzadı.” diye ‘ama’lı cümle kurmaya başladığınızda yarın da başkaları sizinle ilgili ‘ama’lı gerekçe üretir. Kaldı ki üretmese ne olur?
Bir zamanlar Almanya’da yaşayan Türkler, gece başlarına ne geleceğini bilmedikleri için yatarken yanlarına yangına karşı doldurulmuş su bidonları koyarak yatağa giriyorlardı. Bugün de Suriyelilerin yangın söndürme tüplerini yanlarına alarak başlarını yastığa koymalarını istemiyorsak –ki isteyenlerin olduğunu görmek dehşet verici- iktidar, muhalefet, sivil toplum, basın bir şeyler yapmalı.

Cinayetlerden sonra ağıt yakmanın; nefreti körükleyen ırkçı söylem sahiplerine de ülkeyi bugün ya da yarın yöneten/yönetme iddiasında olanlara da ölümden kaçıp gelenlere de Suriyelilerin rahatsızım diyenlere de faydası olmayacak.

Tarihin söylediği; bu kontrolsüz, elitlerin yönetmeye çalışmaktan bile korktuğu nefretin ayrımsız herkese zarar vereceği.

Not: Meselenin ilkesel boyutu Türkiye’de adına ne derseniz bir göçmen, sığınmacı, misafir sorunu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Mültecilerden rahatsız olmak, buna tepki göstermek, sorunun çözülmesini istemek de meşru talep ve görüşler. Bu sadece Türkiye’ye özgü de değil. Peki rakamlar, siyasal gerçeklikler, tarihi tecrübeler ne diyor, Türkiye’nin önündeki seçenekler ne onu da ayrıca ele almak gerek.

YORUMLAR (22)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
22 Yorum