Küresel zamanın ruhunu yerel dinamikler değiştirir mi?

Bir çağın, dönemin kültürel, ahlaki, siyasi, entelektüel iklimine kabaca zamanın ruhu ya da meşhur tabiri ile “zeitgest” diyebiliriz. Tüm ulus altı parçalanmalara, kimlik erozyonlarına, dar yankı odalarının kişiyi daha makro trendlerden kopardığı düşünülen koruma duvarlarına rağmen küresel eğilimler biz istemesek de hayatımızı, düşünce tarzımızı şekillendiriyor.

İster istemez yaşadığımız süreçleri daha çok kendi özelimizde değerlendirmeye eğilimliyiz. Türkiye’de son iki ayda yaşananlara bakıldığında, birçok faktörün aynı anda biraya geldiği “mükemmel fırtına” demek ileri olur belki ama, çok şiddetli bir yargı kasırgası ile karşı karşıya olduğumuz bir vakıa.

Neredeyse eş zamanlı olarak gazetecilerin, belediye başkanlarının, sanat dünyasından isimlerin soruşturmalar, davalar, ifadeler, cezalarla karşılaşıp neredeyse herkesin nefesinin kesilmesi geniş bir toplumsal travmayı tetikledi. Artık sokaktaki insanlar daha tedirgin, daha ürkek.

Doğal olarak da tanınan, bilinen, kendisine temsil etmesi için oy verilen, dolayısıyla belli kesimler için özdeşlik kurulan aktörlerin başına gelenler o isimlerle kendisini yakın gören bireyleri kişisel bağlamda da etkiliyor. Bu da hadiselerin bireysel, kimlik temelli ve sadece belli bir siyasal görüş çerçevesinde yaşandığı algısını besliyor. En geniş tabirle sanki sadece belli bir ülke ya da coğrafya tanımıyla sınırlı bir daralma ile karşı karşıyayız ve bunun dinamikleri sadece bize özgü gibi bir his doğuyor.

ABD’nin etkili dış politika yayın organlarından Foreign Affairs’in “Trump’ın istediği dünya” makalesindeki görsel ise sanki çok daha küresel bir trendi resmediyor. ABD Başkanı Trump’ın en büyük figür olduğu görselde Rusya’dan Putin, Hindistan’dan Modi, Çin’den Xi ve Türkiye’den Erdoğan’ın fotoğrafları yer alıyor. Beş liderin fotoğrafı ister istemez “Dünya beşten büyüktür” sloganını çağrıştırmıyor değil. Gerçi bu beş ülkenin nüfus toplamı neredeyse 2,5 milyar. Dolayısıyla büyüklük olarak beşi ile rekabet etmek pek de kolay değil.

Her konuda olduğu gibi uluslararası ilişkilerde de indirgemeci analojiler gerçek fotoğrafı ıskalama riski taşır. Örneğin Çin ve Rusya’da seçimlerde yerel yönetimlerin değişmesi diye bir pratik de yok ihtimal de. Türkiye’de seçimlerin hala bir anlamı olduğunu en son 2024’te tecrübe ettik. Ulusal iktidarın değişip değişemeyeceğine dair bir çok kişinin zihninde soru olsa da pratik siyaset seçimlerin sahiciliği üzerinden ilerliyor.

ABD kaynaklı bir tespitle dünya okumasının da kendi içinde mahsurları var. Ama dışarıdan tutulan aynadaki akis tek bir yayın organı, tek bir ülke ve tek bir ideolojik duruşla sınırlı değilse o akis zamanın ruhuna dair bir şeyler de söylüyor demek.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi otoriterleşmeyi de tetikleyen güvenlik risklerinin Avrupa’nın kapısına kadar geldiğini ilan etti. Trump’ın ABD’nin başına geçmesi ve Rusya ile Avrupasız pazarlıklara başlaması bu tehdidi çok daha elle tutulur hale getirdi. En son Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Oval ofisteki tutumu gibi yaklaşımlar Washington’da ne kadar denge kurabilir soru işareti. Ama görünen o ki Avrupa’nın kendi güvenliği için Ankara ile daha yakın diyalog araması aklın gereği.

Zamanın ruhunun Avrupa yansımasında özgürlük güvenlik dengesinde ibrenin güvenlik önceliklerine kaymasını beklemek gerçekçi olur. Avrupa şimdiden aşırı regülasyon takıntısını ciddi şekilde tartışmaya başladı. Dar katılımlı zirvelerle AB’nin bürokratik engellerine ve küçük ülkelerin veto şantajlarına takılmadan pozisyon belirlenmeye çalışılıyor. Bu da Ankara’ya ilave bir alan açabilecektir.

Bir yanda Zeitgest Erdoğan tarzı siyasetin daha makbul olduğu bir dünya vadediyor. Avrupa Konseyi gibi insan hakları temelli kurumların etkisi daha da anlamsızlaşacak.

Diğer yanda güvenlik ihtiyaçları ise riskler savuşturulana kadar değerlerin askıya alınmasını getirebilir. Dolayısıyla içerdeki yargı baskısı daha da frensiz bir noktaya evrilebilir. Küresel bir eğilimi içerdeki demokrasi direnci ne kadar tersine çevirebilir bilmek zor. Türkiye’de tüm siyasi aktörlerin toplumdaki güvenlik endişelerini ve zamanın ruhunu okuyarak seçmene gerçekçi reçeteler sunması gerek.

Böyle bir ortamda liberal demokrasinin öldüğü ilan edilen Avrupa’yı kurtarma görevinin mevcut demokrasi sicili ile Türkiye’ye kaldığının ifade edilmesi de kaderin cilvesi diyelim.

YORUMLAR (10)
10 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.