Mavi Marmara’nın Türkiye’si, Madleen’in dünyası
Demokratik ülkelerde toplumlar, sivil toplum örgütleri vasıtasıyla ya da bireysel inisiyatiflerle iktidardan bağımsız tepki gösterme hakkına ve özgürlüğüne sahiptir. Ulusal ya da uluslararası bir tepki ortaya koyarken iktidarın/devletin çıkarına değil kendi vicdanlarının/ önceliklerinin söylediklerine göre hareket edebilirler.
Eğer yaptıkları –terör ya da şiddete teşvik yoksa- iktidarların çıkarları ile örtüşmüyor ise hükümetin yasalar dışında yapacağı bir şey yoktur. Yapabileceği en fazla girişimi desteklemediğini, paylaşmadığını hatta ilkesel olarak karşı olduğunu ifade etmek olur. Onun dışında yasa uygulayıcı olarak iktidar –amacına katılmasa bile- bu girişime anayasal korumayı sağlamakla yükümlüdür.
Aynı Gazze ablukasını yarmak için 2010 yılı Mayıs ayında yola çıkan yola çıkan Mavi Marmara’da olduğu gibi.
Sivil toplumun bu özerkliği her zaman iktidarın aleyhine işlemez. Güçlü muhalefet, toplumsal tepki iktidarın yurtdışındaki gücü haline de gelebilir. İktidar başka ülkelerden gelen baskılar karşısında adım atmakta zorlanıyorsa iç kamuoyundaki tepkiyi gerekçe olarak öne sürebilir. Eğer gerçekten demokrasi iseniz diğer ülkelerin size söyleyecekleri çok bir şey de olmaz.
Hükümet iç kamuoyu nedeniyle at(a)madığı adımları içerdeki tepkiyi göstererek meşrulaştırabilir.
Mavi Marmara sivil toplumun ve bir ülkenin vicdanının hükümete rağmen harekete geçmesinin, iktidarın ise istememesine rağmen kendi ülke vatandaşlarının çıktığı yolda onları yalnız bırakmamasının Cumhuriyet tarihindeki istisnai örneklerinden biriydi.
Bugünkü gibi değildi. Sivil iktidarın ya da askeri ya da sivil bürokrasinin iradesine karşı durulabildiği zamanlardı. AK Parti iktidarı Mavi Marmara’nın yola çıkmamasını, çıkarsa da İsrail ile yapılacak pazarlıklarla yükünü bir İsrail ya da Mısır limanına bırakmasını böylece hem Gazze ablukasının dünya gündemine girmesini hem de yardımın ulaşmasını istiyordu. Yapabildiği sadece milletvekillerinin gemiye binmesini engellemekti.
Mavi Marmara o dönem kimin demokrat olup olmadığının da turnusol kâğıdı oldu. Askerin darbe girişimlerini, anti-demokratik karanlık yapılanmaları, sivil toplumun sınırsız eylem hakkını sürekli manşetine taşıyan bir gazetenin üst düzey yöneticisi “Devlet değil misiniz, limanda Mavi Marmara’nın motoru bozulsaydı, pervanesi kırılsaydı, başınıza bu işler gelmeseydi.” derken kendi demokrasi anlayışının limitlerini anlatmıştı. “Demokrasi kahramanı olan bir gazetenin yöneticisi olarak sivil toplumu niye engellemediniz mi diyorsunuz? Doğru mu anladım?” sorusuna cevabı tavana bakmak olmuştu. “Otoriteden izin almadılar” diyenler de 15 Temmuz’da kaç okka insan olduklarını gösterdiler.
Mavi Marmara iktidarı dinlemedi, yola çıktı. İsrail ordusunun saldırısında şehitler verdi. Kalan herkesi İsrail esir aldı. O an itibarıyla hükümet için yapılacak tek şey vatandaşlarına sahip çıkmaktı.
Üstelik mesele de sadece İslamcı geçmişe sahip iktidarın kendi arka bahçesinin davasını gütmesi değildi. Saldırıya uğrayanlar bu ülkenin vatandaşları idi. Seküler, AK Parti daha yokken Dışişleri Bakanlığı’na girmiş üst düzey diplomatın “Sayın Bakan İsrail’den bu yaptığının hesabını sormazsanız ben Türk diplomatı olarak sokakta yürüyemem, istifa ederim.” sözleri meselenin ideoloji tartışmasının ötesinde olduğunun işareti idi.
Saldırı sonrası sabaha kadar konuşma metinleri yazan, BM toplantılarına sakal tıraşı olmadan katılan diplomatlar için de konu, normal hayatta yolları kesişmeyecek olsa da ülke vatandaşlarının haklarını korumaktı.
Ahmet Davutoğlu’nun sadece üç gün içerisinde esir alınan tüm Mavi Marmara yolcularının serbest bırakılmasını sağlayan insanüstü diplomasisinin arkasında demokratik bir iktidarın gücü, devletin tüm kurumları ile vatandaşlarının hakkını koruma çabası yatıyordu.
Yolcular da “iktidar gitmemizi istemedi ama saldırı sonrasında da bizi İsrail hapishanelerinde yalnız bırakmadı” diyerek bunu ifade ettiler.
Mavi Marmara saldırısının üzerinden 15 sene geçti. Değişen ne İsrail’in zulmü ne Filistinlilerin çektiği acılar. Hatta bugün yaşananlar hiç görülmedik ölçüde vahşi.
Ancak Türkiye’nin limanları işgale isyan bayrağını taşıyacak Mavi Marmara’lara değil, İsrail’e yük taşıyan gemilere ev sahipliği yapıyor. Türkiye’den yola çıkmak isteyen gemiler kendilerine sahip çıkacak bir ülke bulamadı.
Kaldı ki artık iktidarın istemediği bir sivil toplum girişimi de mümkün değil. “Otorite eğer bizsek, biz zaten izni verdik”ten, “Giderken bize mi sordunuz?”a evrildik.
Mavi Marmara da ne müze oldu ne sahiplenildi. Yolcuları taşıyan aksamı söküldü. Şimdi bir Ro-ro gemisi olarak çalışıyor.
O gün güverteden Gazze’ye yaklaşıyoruz mesajları paylaşanların bir kısmının sosyal medya hesaplarında kendileri ile aynı kaderi paylaşan, İsrail’in saldırısına uğrayan Madleen teknesiyle ilgili ses yok. Bilakis tekneden paylaşılan şortlu fotoğraflar bazılarının vicdanına daha çok dokundu.
Mavi Marmara “işlev” değiştirirken gevşetilen civatalar sadece bir çelik yığının bağlantıları değil “kimsesizlerin kimsesi” olmak iddiasındaki bir iktidarın vicdanla, toplumla, normlarla arasındaki irtibattı.
Değişen acılar değil, siyasal ve toplumsal vicdanının karatı oldu. Durduğu yeri; zulme uğrayanın kimliğinden, dininden bağımsız diri tutmaya çalışan bir avuç insanın verdiği mücadele ise Haydarpaşa’da aylarca bekleyen vicdan gemisini yola çıkarmaya yetmedi.
