Paralel yapı durup dururken mi çıkıyor?
15 Temmuz darbesine giderken çokça tartıştığımız ve sonunda ülkeye darbe girişimi günü ve sonrasında yaşattıkları ile ağır bedel ödeten paralel yapı yine gündemde.
Paralel yapı; devlet içinde devlet gibi örgütlenen, ast-üst ilişkileri, işe alım kriterleri, yükselme parametreleri, en önemlisi meşruiyet ve bağlılık odakları farklı olan bir oluşumu tarif ediyor.
Hukuk düzeni içerisinde bir devlet içerisinde var olanların sadakatinin başta anayasa ve yasalara olması gerekli. Ayrımsız tüm vatandaşların refahının temel öncelik olması öngörülür. Bu kişilerin nasıl yükseleceklerinin, nasıl atanacaklarının da yasalar çerçevesinde belirlenmesi beklenir.
FETÖ’de bir subayın cemaatteki abisi astsubaydan emir aldığını, terfilerin de ordudaki liyakate göre değil cemaatteki önceliklere göre belirlendiğini gördük.
15 Temmuz’dan sonra bu yapının üzerinden olması gerektiği gibi silindir ile geçilirken o silindirin altında hiç ilgisi olmayanlar da kaldı. Hatta maslahat gereği FETÖ ile hiç ilgisi olmayanların muhalif olanlar kasıtlı şekilde aynı torbaya atıldı.
FETÖ paralel devlet yapılanmasının tasfiyesinin, devlette bundan sonra benzer yapılara izin verilmemesi değil başka paralel yapılara alan açmak için yapıldığı algısını son dönemdeki açıklamalardan, yazılardan anlamak mümkün.
Burada ana meselenin paralel yapı sorunu ile ilkesel mücadele mi yoksa bir yapının diğeri lehine ya da aleyhine alan kazanması mı olduğu sorgulanmalı.
Paralel yapılar antidemokratik süreçler, paylaşım pazarlıkları ve şeffaflık eksikliğin sonunda ortaya çıkıyor. Nasıl ki FETÖ temelinde kendi sapkın ideolojik tutumu olmakla birlikte devlette her vatandaşın kendi olduğu gibi, inandığı pratiklerle ve kimliği ile var olma hakkının tanınmamasının sonucundaki bir anomali ile ortaya çıktı bugün de benzer süreçler yaşanıyor.
Madalyonun bir yanında devletin personel alımı, liyakat kriterleri ve atama tercihlerinin görünmez ya da antidemokratik ilkelerle belirlenmesi yatıyor. Orduya ya da sivil bürokrasiye giren kişinin kimliği, ideolojik tercihleri, etnik kökeni, mezhebi ya da aile geçmişi kendisinin o işe ehil olmasının dışında bir kriter haline geldiğinde yükselmenin yolu işe yarayan kriterleri öne çıkarmak ya da engel olacaksa gizlemekten geçiyor. Sonrasında oluşan ağlar da kamu çıkarının dışında grup ve birey öncelikleri üzerinden yeni yolsuzluk/çıkar mekanizmaları kuruyor.
Bir süre sonra ilgili kurumun ya da kamunun çıkarı/önceliği yerine bağlı olunan cemaat/ideoloji/mezhep/parti ya da dar grubun öncelikleri galip geliyor. Sıradan vatandaş da görünürde hukuki süreçlerde derdini çözmeye çalışıyor.
Madalyonun diğer yüzü ise toplumdaki şeffaflık eksikliği. Devlet imkanlarından eşit ve adil faydalanmanın mümkün olmadığı, kamu kaynaklarının hukuk dışı önceliklerle dağıtıldığı bir sistemde kamu kaynağına erişimi sağlayacak paralel yapılar oluşuyor. Ranta erişimi daha güçlü olan bu yapılar da ne şeffaf ne de büyük ölçüde hukuki.
Söz konusu yapılanmaları ancak aralarındaki rekabetler, karşılıklı hesaplaşmalar ile takip etmek mümkün. Ancak çaplarını, ölçeklerini ve nihai amaçlarını sıradan vatandaşın bilebilmesi mümkün değil. Devletin kurumlarının ne kadar farkında olup olmadıklarının örneğini de 15 Temmuz’da gördük.
AK Parti ise 15 Temmuz sonrasında hukuk temelli adil bir devlet inşası yerine FETÖ’den boşalan yeri kendi önceliklerine göre şekillendirmeyi tercih etti. Bu süreçte sadece partilerden oluşmayan iktidar koalisyonu devlet içinde farklı kazanımlar elde etti. İktidarın sürdürülebilirliği de bu yapılar arasındaki rekabetin sonucuna ya da işbirliğine bağlı.
Kavga paralel yapının ilkesel olarak reddi değil farklı paralel aidiyetler arasındaki iktidar mücadelesinde kimin galip geleceği üzerine. Herkes kendisinin daha doğru olduğunu söylüyor. Demokratik ve hukuki doğrunun ne olduğu konu dışı. Gerçekten liyakat ve hukuk esaslı bir devlet ve toplum yapısı kurmadıkça da bu kavga devam edecek. Günün sonunda kimin kaybedeceğini ise 15 Temmuz sonrasında gördük.
