Reelpolitiğin sağır duvarlarına çarpan katliam

7 Ekim’de Hamas’ın saldırılarından sonra başlayan İsrail operasyonlarında Gazze’de 17 bini çocuk, 11 bini kadın olmak üzere yaklaşık 42 bin Filistinli öldürüldü.

Öldürülenlerin sayısını verirken ‘yaklaşık’ tabirini kullanmak bile ne kadar insanlık dışı, ne kadar soğuk. Kaldı ki bunlar daha sayılabilenler. Ne kadarı kayıp, ne kadarı enkaz altında adı, sanı, mezarı yok belirsiz.

Rakam o kadar yüksek ki Batı Şeria’da öldürülen 703 kişi sanki yokmuş gibi.

Lübnan’da yine İsrail saldırılarında hayatını kaybedenler ise 3 bine yaklaştı. İşte yine ‘yaklaştı’.

Üniversitenin daha ilk yılının ilk dönemiydi. Dünya tarihi dersinde hocamız o dönem Balkanlardaki bir çatışma ortamına diğer ülkelerin ne zaman dur diyeceğini sorduğunda taze uluslararası ilişkiler öğrencileri olarak tahminlerde bulunmuştuk. Ne demiştik hatırlamıyorum. Ama hocanın “Çatışma diğer ülkelere sıçramadıkça, bölgesel bir güvenlik krizine evrilmedikçe ya da büyük güçler arasındaki dengeleri değiştirmedikçe kimse bir şey yapmaz” dediğini hiç unutmadım. Uluslararası ilişkiler ya da devletlerin önceliklerine dair ilk dersimi almıştım.

Yaş elliye yaklaşırken bu savın boş çıkacağı bir örnek beklemekten yorulmadım. Sonuç pek değişmese de.

7 Ekim’den bu yana daha önce olmadığı kadar pornografik bir kötülüğe evrilen İsrail vahşeti karşısında bölge ülkelerin sessizliği bir yanda kapasitesi sorunu bir yanda da işte bu reelpolitiğin sağırlığı.

Reelpolitik, özellikle zamanımızda çok açıklayıcı bir tabir. Almanya’da Bismarck’la başlayan bir kullanımı var ama daha önce kamuoyu baskısının önemli olmadığı dönemlerde uygulanması daha kolay ve pratikti.

Reelpolitik farklı mecralarda farklı tariflere sahip. “Herhangi bir ideale veya kurama bağlanmaksızın tamamıyla mevcut gerçeklere uyum sağlayarak amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmak anlamı” da var.

“Siyaset ile ahlâk arasında kesin bir ayırım olduğu varsayımına dayanarak, hükümet yahut devlet politikalarını ahlâkî kaygılardan arındırarak siyasal kararların gücün gereklerine göre ayarlanması gerektiğini ve yegâne ölçünün başarı olduğunu ileri süren yaklaşım.” diyenler de.

Hepsi bugünkü durumu izah etmekte işlevsel. En öne çıkan konu Filistin ve Lübnan ama Sudan’da yaşananlardan Myanmar’a kadar birçok çatışmada devletlerin ve o devlete hâkim etnik, ideolojik, sınıfsal kesimin çıkarları başka ülkelere değmedikçe kan akmaya devam ediyor.

İsrail’i eleştirmek en kolayı. Neden kimse bir şey yapmıyor sorusu da son derece meşru. Ama bu sorunun çok açık ve ‘reelpolitik’ cevaplarını bulmak da zor değil.

İsrail’in Hamas’ın şahsında birçok üst düzey ismini tasfiye ettiği Müslüman Kardeşler (MK) bölgedeki birçok Arap ülkesi için en temel düşman. MK’nın toplumsal ve ideolojik tabanı, sahiciliği bu ülkeler için ikincil önemde.

Orta Doğu ülkelerinde kamuoyu baskısının da rejimler için önemsiz olduğu bir ortamda harekete geçmeleri için zorlayıcı bir sebep yok.

İsrail’in askeri kapasitesi ve bununla yüzleşmenin muhtemel maliyeti ise ikinci faktör. Diğer unsur ise başta ABD olmak üzere Batı’nın neredeyse koşulsuz desteği. Almanya’nın neredeyse “İsrail ne yapıyorsa arkasındayız” anlamındaki çıkışları jeopolitikten ziyade psikiyatrinin konusunda giriyor. Ama diğer Batı ülkelerini ayırmak da çok kolay değil.

İsrail’in İran ve vekillerine karşı yürüttüğü saldırılar ise bölge ülkeleri için mıntıka temizliği anlamına geliyor. İran’ın Suriye’den Irak’a, Yemen’den Kuzey Afrika ve diğer coğrafyalara kadar yürüttüğü asimetrik tehdit ve etki alanı oluşturma stratejisi bugüne kadar diğer ülkeler tarafından dengelemedi.

İsrail’in bu güçlere karşı yürüttüğü savaş da bu yüzden diğer bölge ülkelerinden çok büyük tepki görmüyor. Sadece diğer ülkeler değil Lübnan içindeki diğer gruplar da sessiz bir şekilde durumu izlemeyi tercih ediyor.

Daha önceki İsrail saldırılardan farklı olarak bu sefer Hizbullah’ın hedef alınmasına ülke içinde tepki çok daha az.

Tahran’ın kendisine karşı oluşan bu örtük koalisyonun kurulmasındaki rolünü soğukkanlı bir şekilde değerlendirmesini ve tekrarlanmaması için strateji geliştirmesini beklemek mezhep taassubunun baskın olduğu bir ülke için biraz hayalci. Karşıdaki muhataplar da kendi taassupları ile malul.

Devletlerin soğuk sinirlerine sahip olmayan vicdan sahibi bireyler için, Türkiye’nin İsrail ile ticareti söylem düzeyinde değil sahici olarak kesmemesi de dahil olmak üzere uluslararası toplumun delirtici sağırlığına tahammül etmek hiç kolay değil.

Çadırlarda yanan insanların, parçalanmış çocuk bedenlerinin hiçbir taşı yerinden oynatamaması sıradan insan havsalasına fazla ağır.

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum