Ülkede ayakta kalmak ne kadar mümkün?
Memlekette sadece bir ay içerisinde yaşanan ölüm olayları bütün toplumu zehirli bir tükenmişlik çukuruna doğru itiyor. Hemen her gün, her biri sadece tesadüfle açıklanamayacak kadar acı, ürkütücü cinayet ya da ölüm haberleri ile karşı karşıyayız.
Dünya Mutluluk Raporunda 2024 yılında 148 ülke içinde Türkiye’nin 98. olmasına şaşırmak gerek. Üstelik 2022’de 112.liğe kadar düşmüşken bu yine iyi halimiz. Zaten ekonomik kriz, geçinme zorlukları ile mücadele eden bir toplumda her gün birbirinden kötü ölüm haberleri ile karşılaşmak geriye mutlu olmak için sebep bırakmıyor.
Ülkenin içinden geçtiği siyasi gerilimlerden bireylerin üzerine çöken kötümser havayı bir kenara bırakalım sadece siyaset dışındaki haber başlıkları kişilerin psikolojisini daha da dibe çekiyor.
Daha bir hafta önce Kocaeli’nde parfüm imalathanesindeki patlamada 6 kişinin ölümü tek başına gözünü para hırsı bürümüş bir katilin cüreti ile açıklanamayacak derin bir çürümeyi anlatıyor.
En başta asgari ücretin altında maaşlarla, hiçbir güvence sunmadan, yangın tertibatı, kaçış güzergahı gibi en ufak bir güvenlik önlemi almadan para kazanmayı içine sindirebilecek bir işveren var elimizde.
Sonrasında CİMER başta olmak üzere yetkililere defalarca yapılmış şikayetler duruyor. Resmi yetkilerin meseleyi ciddiye almamaları işyeri sahibinin nasıl böyle bir rezilliğe tevessül edebildiğini de anlatıyor zaten.
21 Ocak 2025’te Bolu Kartalkaya’daki otel yangınında 78 kişi ölmüştü. Sonrasında sözümona tüm oteller gözden geçirildi. Şimdi ne olacak? Parfüm imalathaneleri mi kontrol edilecek? Her seferinde her iş kolunda benzer bir facianın yaşanması mı gerekiyor? Bolu’da belediye CHP’li idi. Dava sonucunda da otel sahibi ve yetkilileri dışında sadece belediye çalışanları ceza aldı. Turizm Bakanlığı’na dokunan olmadı. Şimdi aynısı Kocaeli Belediyesi için geçerli olacak mı? Yoksa bu sefer sadece işyeri sahipleri ile mi yetinilecek?
En az bunlar kadar vahimi, insana değer vermeyen bir sistemde insanı insan yerine koymayan bir işyerinde iki kuruş paraya çalışmak zorunda bırakan derin bir yoksulluk yüzümüze çarpıyor. Eğer mecbur olmasalardı 16 yaşındaki Cansu ve 17 yaşındaki Nisa böyle bir yerde çalışır mıydı?
Kocaeli’nde yaşanan bir istisna değil. Avrupa Birliği ülkelerinde 100 bin işçiden 1,63’ü iş kazasında hayatını kaybediyor. Türkiye’de neredeyse dört katı. İngiltere’de bu rakam 0,38. Türkiye’de iş kazası ölümlerinde sigortasız çalışanların kayda ne kadar girebildiği de tartışmalı iken.
Almanya’dan İstanbul’a gelen bir aile ilk bilgilere göre Ortaköy’de yedikleri yüzünden zehirlendiler. 3 yaşındaki Masal ve 6 yaşındaki ağabeyi Kadir hayatlarını kaybetti. Sonra da anneleri Çiğdem. Baba ise hala yaşam savaşı veriyor.
Kendinizi denetlenmeyen, denetlense bile yetkilileri atlatan, insan hayatına değil kazandığı paraya bakan çürümüş bir zihin karşısında nasıl koruyabilirsiniz?
Avrupa’ya gönderilen gıdalar üzerinde zehirli madde olduğu ya da kanserojen etkileri sebebiyle toplanıyor. Üstelik adını hiç duymadıklarımız değil, marketlerde raflarda yer alan anlı şanlı markaların ürünleri toplanıyor.
Tarım Bakanlığı sürekli sayfa sayfa gıda maddelerinde yapılan hileleri açıklıyor. Peki Kocaeli’nde parfüm imalathanesindeki usulsüzlükleri ısrarla görmeyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile aynı sistemin başka bir parçası olan Tarım İl Müdürlüklerinin de yine görmediği başka yerler olmadığını nasıl bileceğiz?
Eğer bir kez devletin işini düzgün yaptığına dair güven kayboldu ise Sağlık Bakanlığından Çevre ve Şehircilik Bakanlığına kadar devlet kurumlarının işlerini düzgün yaptıklarından nasıl emin olacağız? Yenidoğan çetesi gibi korkunç bir cinayet şebekesini ancak CİMER’e şikâyet olunca engelleyebilmiş olmaktan övünen bir Sağlık Bakanı varken üstelik.
Mesele ölümlerin çetelesini çıkarıp suçlu aramak değil. Mesele sadece devletin işlememesinin getirdiği otorite boşluğunun istisnai örneklerde istismar edilmesi de değil.
İşlevini kaybeden kamu otoritesi, kişisel maddi kazancını çalışanlarının ve müşterilerinin hayatının önüne koyabilmenin istisna olmaktan çıktığı bir çürüme, toplumsal sözleşmenin asgari bir güvence oluşturabilecek vasat olmaktan çıkmaya başlaması, bireyleri sıradan asgari standartlara bağlayan ahlaki değerlerin erozyonu ve nihayetinde aralıksız devam eden ölüm haberleri ile kendisini her geçen gün daha kırılgan, zayıf, güvencesiz hisseden bireylerden oluşan bir toplum.
Bu gidişin uzun değil orta hatta kısa vadede getireceği çöküşün maliyeti ne yazık ki önce gelecek nesillere sonra kümülatif olarak ne yazık ki tüm topluma çıkacak.
