Yeni Suriye’nin birinci yılı
Geçen sene Aralık’ta muhaliflerin Halep’e doğru ilerledikleri haberi ajanslara ilk düştüğünde akla gelen soru Halep’in düşüp düşmeyeceği idi. Gruplar sadece saatler içinde güneye doğru ilerleyince Esad’ın ne yapacağı konuşulmaya başlandı. Beşar Esad ise tüm siyasi yatırımını kendisine ve Esad rejiminin meşruiyetine yapanları ortada bırakarak Moskova’ya kaçtı.
Arap Baharı sürecinin en ağır maliyetli olanı 13 yıl sonunda başarıya ulaşan tek örnek oldu. Daha demokratik ve onurlu bir yaşam için sokağa çıkan kitleleri ortada bırakan uluslararası aktörler bu sefer Suriye’de doğru yerde durmayı başardılar. Bir dönemin başına ödül konulan isimlerinin Suriye’nin meşru temsilcileri olmaları başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin ve Türkiye’nin başını çektiği İsrail dışındaki komşuların desteği ile mümkün oldu.
Tarihte gerçekleşmemiş ihtimaller üzerinden bakmak sağlıklı değil elbette. Ama diğer ülkelerde de kendi şartları çerçevesinde toplumları ile bağı daha güçlü iktidarlar göreve gelse nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyor insan.
ABD Büyükelçisi Tom Barack’ın “Ortadoğu ülkeleri demokrasi yerine merhametli monarşiler tarafından yönetilmeli” tezi hem söyleyenin kimliği hem de içeriği bakımından sorunlu. Barack bir yanda Batı’nın bölgeye rejim ve sınır dayatırken nasıl yanlış yaptığını anlatıyor diğer yanda bölgenin en belirleyici aktörünün ağzından yine bölge için bir rejim tarifinde bulunuyor.
Suriye’nin son bir yılı beklentilerle korkuların arasındaki endişe sarkacında beklentilere ya da umutlara daha yakın bir dengede nihayetlendi. 13 yıl boyunca profesyonel bir cinayet şebekesinin vahşi katliamlarından sonra kanlı bir rövanş dönemi başlasa kimse şaşırmazdı. Rejim değişikliğinin yıl dönümünde Şam’da gerçekleşen program ve dinleyenlerin hüzünlü görüntüleri en azından yaşanan acının kolay geçmeyeceğini gösteriyor.
Bu travmanın daha büyük acılara dönüşmemesi Şara yönetiminin en büyük sınavı. Yeni Suriye iktidarının bugüne kadar kendisine verilen krediyi kötü kullanmamış olması her şeyin yolunda gittiği anlamına gelmiyor. Sürekli otoriter eğilimler üreten bir coğrafyada geçmiş alışkanlıklardan tümüyle bağımsız bir demokrasi inşa etmek kolay değil. İttihad ve Terakki geleneğinden bir asırdan fazla zaman geçmesine rağmen Türkiye’nin kurtulamamış olması, sürekli olarak otoriter ve dışlayıcı yönetimler doğurması Suriye için de meselenin kolay olmadığını gösteriyor. Tarihsel miras, toplumsal dinamikler, bölgenin genleri ister istemez belirleyiciliğini koruyor.
Esad dönemindeki merkezileşme, otoriteyi tek kaynakta toplama eğilimleri yeni yönetimde de hissediliyor. Bunun ne kadar mecburiyetten ne kadar tercihten kaynaklandığı tartışılır. Ancak Kürtler ve Dürzilerin odakta olduğu güvenlik riskleri devam ederken, İsrail’in tahrip etkici etkisi en çok Şam’da hissedilirken, HTŞ’nin ana kadrosu ile Suriye’nin çoğulcu yapısı arasındaki makas ortada dururken Şara’nın bu gerilimleri yönetmesi kolay olmayacaktır.
Şu ana kadar yeni yönetime yabancı ülkelerin verdiği destek ülkenin yeniden inşasına yetecek bir noktaya gelmedi. Sezar yaptırımları kalıcı olarak kaldırılmadıkça Trump yönetiminin başkanlık yetkisi ile geçici kaldırma kararları uzun vadeli yatırımın gelmesinin önünde bir engel olarak duruyor.
SDG’nin temsil ettiği Kürtlerin 10 Mart anlaşmasını uygulamaya yanaşmaması, üstüne de Esad’ın devrilmesi nedeniyle tüm ülkede yaşanan kutlamaları kendi bölgesinde yasaklaması böylece aslında konuşulmak istenmeyen Esad yönetimi ile yaptığı işbirliğini bir kez daha teyit etmesi ve üzerine de İsrail üzerinden kendisine alan açmaya çalışması Suriye’nin bütünlüğünün önündeki en büyük engel.
PKK’nın sanki son iki yılda hiçbir şey olmamış, bölgenin tüm jeopolitik kimyası değişmemiş gibi kendisini hapsettiği zaman kapsülünden çıkmamakta direnmesi Suriye için bir asırda bir kez doğabilecek bir fırsatın heba edilmesine neden olabilir.
Türkiye Esad’ın devrilmesinden sonra Suriye’de en önemli aktörlerden biri olmasını jeopolitik sermayeye dönüştürürken dikkatli bir tutum aldı. İlk baştaki pek de diplomatik olmayan coşku yerini daha soğukkanlı bir tutuma bıraktı. Gerek ekonomik kapasite yetersizliği gerek Suriye’deki yeniden inşa süreçlerinin dar rekabetlerle harcanası nedeniyle mevcut potansiyel tam olarak değerlendirilemese de Ankara diğer bölge ülkelerini ürkütmemek için dikkatli bir doz tercih etmeye çalıştı. Her halükarda Suriye Türkiye’nin gelecek on yılında da en önemli dış politika başlığı olmaya devam edecek.
Esad’ın devrilmesi ve Suriye’de yeni bir yönetimin işbaşına gelmesi üzerine kendi hesaplaşmasını yap(a)mayan, hala nobran ve sekter bir bakışla yeni dönemi okumamakta direnen bir kesim ise varlığını koruyor. Esad gidene kadar her yıl Şam’dan “burası çok güzel, kaybeden Türkiye” haberleri yapıp her geçen gün yeni dosyalarla daha da görünür hale gelen Esad zulmünü görmemekte direnen bu grubun yakın vadede makul bir noktaya gelmesi de zor.
Türkiye’de iktidara talip CHP’nin de Suriye okumasını yenilemesi gerekiyor. CHP’nin Şara’ya Avrupa ülkelerinin bile açtığı krediyi açmamasına sebep olan dar bölge ve tarih okuması diğer konularda da ana muhalefet partisinin seçeneklerini sınırlıyor.
PKK, Türkiye’deki eski rejim muhipleri, İsrail ve İran’ın vekil örgütleri çok haz etmese de Suriye yeni bir döneme geçti. Büyük acılar sonunda gelinen nokta Suriye halkının ortak bir kimlik inşa etmesinin önünü de açabilir, yeni yönetiminin yanlış tercihleri ya da iç aktörlerin dışardan müdahalelerle bozucu etkileri ile yıpratıcı bir dönem de yaşanabilir.
Bu risklere rağmen Suriye’de rejim değişikliğinin ilk yılı mütereddit ve kırılgan umudun hala yatırım yapmaya değer en önemli sermaye olduğunu teyit ediyor.
