Depremdi, eğitimdi, S-400’dü, Volvo’ydu derken…
Türkiye’nin –hem jeolojik hem de siyasi- aktif deprem fay hatları üzerinde olduğunu bilmeyenimiz yok ama iş önlem almaya gelince derin bir sessizlik hakim. Büyük İstanbul depremini adeta Türk işi savsaklayıp duruyoruz. Nasıl olsa bize bir şey olmaz.
Eşeği sağlam kazığa bağlayıp sonra Allah’a tevekkül etsek olmaz sanki, illa her şeyi oluruna bırakacağız. 5.8’lik bir sarsıntı bile hayatımızı bu denli alt üst edebiliyorsa beklenen depremi hayal bile edemiyorum. Düşünün deprem 13.59 sıralarında gerçekleşiyor ve ülkemizin GSM operatörleri saatlerce devre dışı kalıyor ve toparlanmaları neredeyse gece yarısını buluyor. Komedi gibi, depremin olduğu saatlerde sadece Whatsapp üzerinden sevdiklerimize ulaşabildik.
Depreme hazırlık şart ama daha önce yazdığım gibi bu işe kimse hazır değil. Marmara çevresinde on binlerce konutun yıkılması gerekiyor ama ne iktidar ne de mülk sahipleri bu dönüşüme hazır ve razı. Muhalefetteyken konuşmak çok kolay ama iş iktidardayken o adımları atabilmekte.
Mülk sahipleri ellerindeki ranttan vazgeçmek istemiyor, iktidar zorladığı takdirde oy kaybedeceğinden korkuyor. Kentsel dönüşüm sürecinde ortaya çıkan rantın paylaşımını hatırlarsak ne demek istediğim anlaşılır. O süreçte zenginleşen pek çok müteahhit bugün batma noktasında, neden? Çünkü biz geleceği planlayarak hareket etme becerisini bir türlü elde edemedik. Konut üstüne konut inşa ederken fiyatların sürekli yükseleceği beklentisi ve aç gözlülüğü ile başka alanlara yatırım yapmak yerine ha bire parayı betona gömdük.
Yıllardır yerli otomobil peşindeyiz. Allah’ınızı severseniz sormak istiyorum: Türkiye 1,8 Milyar Dolar’a satılan Volvo fabrikasını alamayacak kadar fakir miydi? Daha fazlasına S-400 alıp Amerika ile gemileri yakabilecek cesaretteki bir ülke bunu yapamaz mıydı?
Özel sektöre yaptırılan yoları, köprüleri, hava alanlarını devlet bankaları konsorsiyumları ile neredeyse sıfır faizle finanse eden devletimiz Volvo fabrikası için bir babayiğidi desteklese güzel olmaz mıydı?
Eminim şimdi birileri çıkıp “Biz talip olsaydık bize vermezlerdi.” diyecek. Efendiler Volvo’yu Çinliler aldı, Çinli!. 1,8 değil 2-2,5 ver ne olacak ki? Volvo Volvo’luğundan bir şey mi kaybedecek.
Rahmetli dedemin bir sözü vardı: “Oğul, Allah insanın önüne birçok kısmet çıkarır ama o kısmeti elde edip etmemek senin elindedir.”
Öğrencilikten kıyas biçin; Ağustos böceği misali keyif yapanlar ile karınca misali emek harcayanlar aynı sonuçları mı alıyor? Bakın bugün saçma bir eğitim tartışmasıdır gidiyor. Bir çocuğun ileride başarılı olup olmayacağı daha LGS sınavından belli oluyor. LGS başarı sıralaması ile Üniversite sınavlarındaki başarı sıralaması çok uç örnekler dışında fazla değişmiyor.
Ama biz milyonlarca çocuğumuza devlet olarak, ana baba olarak hala üniversiteyi hedef koymuş durumdayız.
Bakın bütün meseleler ilgisiz gibi ama hepsi de birbirine bağlı.
Üniversitelerimizde 8 milyon potansiyel mesleksiz(?) iş gücü O-Y-A-L-A-N-Y-O-R. Bir o kadarı da liselerde. Al Volvo’yu, üstüne 1-2 milyar daha harca hem yerli sanayini destekle hem de istihdam yarat. Volvo’nun da teknolojisini ve prestijini kullan.
Ama işte mesele deprem hazırlığı gibi iktidarlar oy kaybetmek ya da akıl edememekten, bireyler de kendi küçük hesapları yüzünden zaman kaybediyoruz.
Almanya’da lise çağına gelen pek çok öğrenci akademik eğitime öğretmenlerinin teklifi ile devam edemiyor. Hadi bizde öğretmenler bu işi bilmez diyelim. Çıkar bir kanun ve de ki: LGS sınavlarında şu, şu akademik başarıyı gösteremeyen öğrenciler Fen Lisesi ve Anadolu Liselerine gidemez. Barajı geçemeyen öğrenciler mesleki eğitim veren okulları seçmek zorundadır. Çok meraklı olanlar da çocuklarını bu gün olduğu gibi özele göndersin. Baba parası ile bir şey olabileceklerse buyursunlar olsunlar. Bu şekilde olan oluyor zaten, boşuna fırsat eşitliği teranesi döşenmeyelim, çocuklarımıza da YALAN söylemekten vazgeçelim.
Meselelerimiz bu denli basit aslında. Pek çok şeyin çözüm yolu da basit ama biz hamasetten, sandıkta iki oy fazla alabilmek için birbirimizin gözünü boyamaktan asıl işleri yapmaya fırsat bulamıyoruz. Sonra da bu millet din iman, Atatürk, Sakarya diye nasıl olup da bu kadar kolay kandırılıyor diye şikâyet ediyoruz. Tabii burada aslında kimin kimi kandırdığını da tartışmak gerek ama bu derin bir mevzu…