Okulları kapatalım gitsin!
Çorlu’da bir meslek lisesinde yaşananlardan sonra herkes meşrebine göre bir tepki verdi. Bu tepkileri burada yazmaya gerek yok.
Şu çok açık ki eğitimde artık kral çıplak ve öyle ağzımızı doldura doldura reform meform deme dönemi de geçti. Acilen eyleme geçmek gerekiyor.
Yaşı kırkın üzerinde olanlar eğitimci bir aileden gelmiyorlarsa muhtemelen olan biten karşısında şaşkınlığa uğramıştır. Bu yaş grubunun okul ve öğretmen anılarının şimdiki çocukların anılarına benzemediği kesin.
Elbette dün de okulu, öğretmeni hiçe sayan, çıldırtan öğrenciler vardı ama o öğrencilerin bile mutlaka korktuğu, çekindiği öğretmenleri ya da bir yerler olurdu.
Israrla yazıp çiziyorum; işin teorik kısmı çöktü, pratiğe bakmak lazım. Kusura bakmasınlar ama bu iş üniversite hocaları ile de çözülecek bir mesele değil.
Akademisyenlerin durumu teori ile pratik arasına sıkışmış Marksistlere benziyor.
***
Eğitim fakültelerinde öğretmenlik adına öğretilenlerin çoğunun sınıfta bir karşılığı yok, öğretmen adayları çoğu şeyi el yordamı ile öğreniyor.
Şanslı olanlar nispeten eğitim kalitesinin(?) yüksek olduğu değil; tabii ki kökleşmiş iyi kötü bir seviye yakalamış okullara düşenler oluyor.
Geçen yıllarda MEB’in öğretmenlere getirmek istediği ancak sonradan vazgeçtiği rotasyon uygulaması bir an için çok sayıda öğretmenin yer değiştirmesine sebep olmuştu.
Bu sirkülasyonda bizzat şahit olduğum bir durum okullar arasındaki farkı anlatmak için sanırım güzel bir örnek olur: Bu yer değişiklikleri sırasında -adı bende kalsın- X Lisesinden bir bayan öğretmenin tayini bulunduğu ilçenin sıralamadaki en iyi ikinci okuluna çıkar. X okulunda iken çoğu kez mutsuz ve bir an önce emekliliğinin gelmesini bekleyen öğretmenimiz ile tayininin üzerinden aşağı yukarı altı ay sonra tekrar karşılaştığımda çok şaşırmıştım. Öğretmenimizin yüzüne renk gelmiş ve etrafına mutluluk saçıyordu. Selamlaştıktan sonra “Öğretmenim maşallah değişiklik yaramış?” dediğimde “Şenol Bey, yıllar sonra ilk kez öğretmen olduğumu anladım ve ders anlatmaktan zevk aldım. Şimdi okula isteyerek koşa koşa gidiyorum.” demişti.
TEOG tartışmaları sırasında eğitim bilimci Dr. Özgür Bolat verdiği bir röportajda “okullar bilişsel beceri üstüne kurulu. Biliyor musunuz aslında çocukların yüzde 50’si okula gitmemeli.” demişti. Eksik bile söylemiş diploma zorunluluğu olmasa pek çok genç farklı mecralarda kendi kaderlerini çizer ve hayatta da daha başarılı olabilirlerdi.
Bolat çok önemli tespitlerde bulunmasına rağmen her ne hikmetse okullarda öğretmenlerin otoritesinin eskisi gibi devam ettiğini sanıyor. Halbuki öğretmenlik ile bekçilik arasında nitelik bakımından çok az fark var bugün hatta bekçilik daha rahat! Devletimiz pek çok okula ve öğretmene sadece şu görevi vermiş durumda “Bu çocukları sabahtan akşama kadar okulda tut. Tut ki dışarda suça bulaşmasınlar!”
Batı’yı örnek alırken her şeyi yarım yaptığımız gibi eğitimde de yarımız. Batı çok farklı gerekçelerle gençlerin bir kısmının bazı alanlarda uzmanlaşmalarını ileri yaşlara bırakıyor. Biz ise gizli işsiz istihdam ediyoruz. Kağıt üstünde günü kurtarıyoruz ama ya yarınlar?
Akademik eğitimden çok mesleki eğitime yönelmesi gereken milyonlar lise ve üniversite sıralarında ömür tüketiyor. Biz bu eğitimi uzatma işini Batı gibi kaliteli yapamadığımız için de elinde diploması olan ama hiç bir vasfı olmayan milyonlarca gencin geleceklerini karartıyoruz.
***
Bunlar eskilerin deyimi ile daha iyi günlerimiz; çok uzak değil yakın bir gelecekte bu mutsuz ve umutsuz kitleler hepimizin başını çok ciddi şekilde ağrıtacak.
Önlem alınamaz mı? Alınır ama kısır siyasi çekişmelerden bir türlü çıkamıyoruz ki!
Sınıftaki öğrencilere kazandırdığımız(?) ahlaki değerlere ise daha sıra gelmedi. Gençlerin her türlüsünü yetiştirdik; Atatürkçü, Milliyetçi, Çağdaş, Dindar ama gelin görün ki temel ahlaki değerlere sahip bir nesil yetiştiremedik.
Kimseyi suçlamayalım, bu ürün hepimizin. Bu hali ile liselerin çoğunu kapatsak emin olun ülkeye de çocuklara da daha az zarar veririz…