Yine yol göründü Moskova’ya
Yarın Meclis olağan olarak toplanıyor. Hükümet adına Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, İdlib’de 34 şehidin verilmesi ve ardından başlatılan operasyon hakkında Meclis’e bilgi verecek.
Ama oturum kapalı. Yani tutanakları 10 yıl sonra okuyabileceğiz.
24 Nisan 1920’de Atatürk’ün Meclis’e iç ve dış gelişmeler hakkında bilgi verdiği ilk gizli celseden bu yana TBMM’de 270’ye yakın kapalı/gizli oturum yapılmış.
İlk gizli oturumlarda Adana’dan Fransızların tahliyesi, Rus Bolşevik Cumhuriyeti ile ilişkiler, Çerkez Ethem meselesi, Lozan Konferansı gibi meseleler konuşulmuş.
1950’lerde Kıbrıs olayları, 6/7 Eylül olayları için Meclis’te gizli celseler yapılmış. 90’larda Körfez Savaşı’nda gelişmeler ve diğer askeri tezkereler kapalı oturumlarda konuşulmuş.
Onların en meşhurlarından biri dün 17’inci yıldönümü olan 1 Mart 2003’deki tezkerenin geçmesi için hükümetin Meclis’i bilgilendirdiği kapalı oturumdu.
Ama demek hükümetin verdiği mahrem bilgiler bile kimseyi ikna edememiş olacak ki, Türkiye’yi bugün ABD’nin bile artık utanarak andığı haksız bir işgalin ortağı yapacak o tezkere, AK Partili milletvekillerinin oyları sayesinde reddedilmişti.
Daha öncekilerde olduğu gibi yarınki kapalı oturumda konuşulanlara da muhtemelen 10 yıl sonra açıkladığında kimse merak edip bakmayacak, böyle bir oturum olduğu bile hatırlanmayacak.
Ama Meclis’in bu kadar sessizliğe gömüldüğü, iktidar ile muhalefet arasında bir diyalog ortamı kalmadığı bir zamanda yine de alkış seslerinin uzağında meselelerin konuşulabilmesi, hatta yeni sistem nedeniyle bir bakanın milletvekillerine bilgi vermesi bile Türkiye için lüks sayılır.
O gece ülkenin vatandaşlarının haberleri duymaması için örneği artık çok az ülkede kalan bir yönteme başvurulup, sosyal medyanın fişi çekildiği için herhalde bu oturumun kapalı yapılmasına kimse şaşırmıyordur...
Ama Türkiye kamuoyundan bu kadar saklanan bilgilerin önemli bir kısmını muhtemelen önceki gün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki acil İdlib konulu oturumda bütün dünya öğrendi.
Oturumda söz olan Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Feridun Sinirlioğlu, askerlerimizin kim tarafından ve nasıl şehit edildiğiyle ilgili Türkiye’de duyulmamış bilgiler verdi.
Sinirlioğlu, Demirel’in Cumhurbaşkanlığı sırasında dış politika danışmanlığını yapmış, AK Parti iktidarları döneminde Dışişleri bürokrasinin en tepe noktalarında bulunmuş, Suriye meselesinde de en başından beri masada olmuş çok donanımlı ve tecrübeli bir diplomat.
BM’deki konuşmasında Rus Savunma Bakanlığı’nın olayla ilgili yaptığı açıklamayı satır satır yalanlamış.
“Türk askeri teröristlerin arasındaydı” diyen Rus Savunma Bakanlığı’na cevap olarak “Türk güçleri saldırının olduğu bölgede yalnızdı, çevrelerinde de hiçbir başka askeri trafik yoktu. Yani bunun mantıksal sonucu olarak askerlerimiz kasten hedef alındı” demiş.
Ruslar “Türk askerinin vurulduğunu öğrenir öğrenmez ateşkes için her şeyi yaptık” demişti, Sinirlioğlu ise “Ankara ve Rus güçleri arasında konvoyun lokasyonu hakkında yazılı iletişim vardı. İlk saldırıdan hemen sonra Rusları uyarmamıza rağmen saldırı devam etti” demiş.
Ama verdiği ve Türkiye’de hiç duyulmamış en kritik bilgi şuydu; Radar izlerinden saldırı sırasında rejim ve Rus uçaklarının birlikte “kol uçuşu” yaptıklarını (yani ortak bir görev için beraber uçtuklarını) tespit ettik.
Yani saldırıyı yapan Suriye uçağı bile olsa hemen yanında onunla birlikte uçan, bu göreve gönderilen, o uçağın arkasını koruyan, ne yaptığını gören uçak Rus uçağıydı.
Bunu BM’deki Türkiye Büyükelçisi doğrudan Rus muhatabının yüzüne bakarak, bütün dünyaya açıkladı.
Ama bu bilgi henüz Türkiye’de kamuoyuna açıklanmadı.
Belki kapalı oturumda Savunma Bakanı Hulusi Akar, milletvekillerine açıklar.
Aslında o da Rus Savunma Bakanlığı’nın açıklamasını benzer bilgiler vererek yalanlarken Rusların olaydaki rolü hakkındaki önemli bilgiler vermişti:
"Birliklerimizin bulunduğu yerler önceden Rusya'nın sahadaki yetkilileri ile koordine edilmesine rağmen bu saldırı gerçekleştirilmiştir. Saldırı sırasında karşı tarafın ilk atışına müteakip uyarı yinelendi buna rağmen saldırı devam etti, saldırılar esnasında ambulanslar dahi vuruldu”
Bütün bu resmi açıklamaların ardından Rusya’dan herhangi bir açıklama, özür ya da başsağlığı mesajı gelmedi.
Aksine önce Ankara’daki Rus heyetiyle görüşmeler yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin’i arayarak telefonda görüştü.
Ve dün son dakika bilgisi olarak her yere şu haber düştü:
“Erdoğan ve Putin 5 Mart Perşembe günü Moskova’da görüşecek.”
Evet, Moskova’da olacak görüşme.
Daha önce Kremlin sözcüsü Peşkov, 4 ya da 5 Mart’ta yapılacağı duyulmuş görüşme için “o tarihlerde Putin’in programında başka görüşmeler var” demişti.
Rusya’nın devlet haber ajansı Ria Novosti’nin haberine göre Kremlin sözcüsü Peşkov bu görüşme için de “Zor geçecek” demiş.
Ria Novosti’nin sitesinde biraz dolaşınca görüşmenin zor geçeceğini tahmin etmek zor değil.
Rus resmi devlet ajansının sitesindeki haber manşetlerinin neredeyse tamamı Türkiye ile ilişkiler hakkında ve hepsi negatif.
Örneğin yine Peşkov, Cunhurbaşkanı Erdoğan’ın telefonda Putin’e söylediği “bizi Suriye’yle baş başa bırakın” sözleri için şöyle demiş: “Rusya, Suriye'de meşru hükümetin davetlisi olarak bulunuyor. Suriye'deki tüm diğer askeri güçler, uluslararası hukukun kural ve prensiplerini ihlal ediyorlar.”
Haberin altında 34 askerin, “teröristlerin Suriye güçlerine ateş açtıkları yerde bulundukları için hedef olduğu”yla ile ilgili Rusların resmi hikayesi tekrarlanmış.
Gece yarısı düşen bir haberde “Suriye’nin hava sahasını kapatmasından sonra Rusya’nın Türk uçaklarının güvenliğini garanti edemeyeceği” söyleniyor.
Tehditvari bu haberden Rusya’nın bir biçimde Türkiye’nin Suriye’nin hava sahasına girmesine göz yumduğu yorumu da çıkarılabilir.
“Çılgın adam” başlıklı bir başka haberde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafı var, Türkiye’nin Suriye’deki faaliyetlerini eleştiren yazılar derlenmiş.
Ve tabii Sputnik Türkiye çalışanlarının gözaltına alınması, evlerinde saldırıya uğramalarıyla ilgili açıklamalar ve haberler...
Dünkü görüşmede Lavrov, Çavuşoğlu’ndan gözaltına alınan Türkiye’deki Sputnik çalışanlarının serbest bırakılmasını istemiş, görüşmeden kısa bir süre sonra da Sputnik çalışanları serbest bırakılmıştı. Sputnik’in genel koordinatörü de bunun için Rus Dışişleri’ne teşekkür etmiş.
Gözaltının sebebi İngilizce yayın yapan Sputnik Int sitesinde çıkan, Hatay ile ilgili “Çalınmış Vilayet” başlıklı oradan buradan toplanmış operasyonel bir haber.
Ama tuhaf olan şu ki, imzasız bu haber Moskova’dan İngilizce yayın yayan Sputnik Int sitesinde yayınlanmıştı, gözaltına alınanlar ise bu haberi sitelerinde yayınlamamış Türkçe Sputnik Türkiye’nin çalışanları. Aynı yere bağlı olsalar da iki ayrı siteden ve editöryal ekipten bahsediyoruz.
Ayrıca Sputnik, Anadolu Ajansı ya da TRT statüsünde, Rus devletinin yurtdışı yayınları için kurduğu resmi bir kurumu.
Yani burada bu habere bir tepki gösterilecekse, yapılacak olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Sputnik çalışanlarını gözaltına almak değil, Ankara’daki Rusya Büyükelçisi’ni Dışişleri Bakanlığı’na çağırmak olmalıydı. Tabii ki birincisini yapmak daha kolay ve maliyetsiz.
En azından dünkü görüşmede Çavuşoğlu, Lavrov’a bu haberle ilgili hassasiyeti herhalde bildirmiştir.
Belki de Perşembe günkü görüşmeye kadar ilişkilerin daha fazla gerilmesini kimse istemiyordur.
Muhtemelen Rusya’nın ben görmüyorum diyerek yol vermesiyle Suriye’deki rejim güçlerine karşı intikam saldırısı başlatan Türkiye de Perşembe gününe kadar başarılı hava operasyonlarına devam edecek.
Sonra ne olacak?
Muhtemelen 5 marttaki görüşmeden yine bir ateşkes ve başka bir İdlib planı çıkacak.
Peki ya sonra?
İşte yarınki meclis oturumunda esas konuşulması gereken de geçmişe takılıp kalmadan “peki ya sonra ne olacak” sorusuna makul cevaplar bulmak olmalı.
Keşke tersi olsaydı ama maalesef Türkiye, Rusya’nın dengi değil. Karşımızdaki askeri olarak baş edemeyeceğimiz, büyük bir devlet var.
Bu yüzden Rusların 34 şehitteki birincil sorumluluklarını Ankara ister istemez görmezden geliyor, gelmek zorunda kalıyor.
İktidara yakın gazeteciler, siyasetçiler de Putin’in içine kaçmış kötü ruhlardan, etrafını sarmış pis adamlardan, Yahudi komplolarından başarısız tevillerle bu kabul edilmesi zor durumu açıklamaya çalışıyorlar, çalışacaklar.
O yüzden 34 şehide rağmen, bir kere başsağlığı bile dilememiş Moskova’ya Putin’e gidilecek.
Sadece 2019 yılında yine benzer krizleri çözmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan beş kez (Ocak, Şubat, Nisan, Ağustos, Ekim) Rusya’ya gidip Putin’le görüşmüştü.
Bir kere daha Moskova yolu göründü.
İşte bu yüzden Türkiye, bu eşitsizliği dengelemek için Batılı müttefiklerle, onları göçmenlerle tehdit ederek değil makul bir dille konuşup anlaşarak ortak bir Suriye’den çıkış stratejisi geliştirilmeli.
Ama bu stratejinin ilk adımı bazı muhaliflerin söylediği gibi hemen İdlib’ten çekilelim olamaz, şayet milyonlarca mültecinin daha Türkiye gelmesi istenmiyorsa...
Ama bu amaçla İdlib’de bulunmanın ağır maliyeti de şimdiden 50 askerimizi kaybetmek olmamalıydı.
Hava desteği olmadan askerlerimizi Rusya’nın insafına bırakan geçici çözümlerin, sorunları erteleyen yeni Soçi, Moskova mutabakatlarının yine benzer ağır bedelleri ödetmesi hala çok mümkün.
Bundan sonra kimse Rusya’nın beş yıldır arkasında durmak için büyük bedel ödediği, Ortadoğu’daki ‘başarı’ hikayesi olan Esad’ı korumaktan Türkiye için vazgeçeceğini beklememeli.
Türkiye’de Suriye meselesinde duyarlı, Esad’dan haklı olarak nefret eden özellikle dindar, İslamcı kamuoyu Türkiye’nin Suriye’yi fethedemeyeceğini, rejimi deviremeyeceğini, muhaliflerin de bu saatten sonra maalesef kazanamayacağını artık kabul etmeli.
Ayrıca Türkiye her fırsatta Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu söylüyor ve meselelerini Rusya ile çözmeyi düşünüyorsa Afrin, Cerablus, El Bab gibi daha önce aldığı topraklardan da bir çıkış stratejisi geliştirmeli. Çünkü sıra oralara da gelecektir.
Parametreler bunlar.
Yarın Meclis’te konuşulacakları da 10 yıl sonra okuyacağız.
Umarım o zamana kadar Suriye’den bir çıkış planı bulunmuş olur.
Yoksa daha çok Moskova ziyareti görürüz...