Açlıkla imtihanımızın beş kült romanı

Açlıkla imtihanımızın beş kült romanı

Türkiye’de sokağa çıkma yasağı ilanıyla fırınlara koşan insanları eleştirmeden önce, insanlığın en büyük imtihanı açlığı metinlerine taşıyan ünlü yazarların romanlarını bir kez daha okumakta fayda var. Edebiyatta açlığın insan psikolojisine, kolektif yaşamımıza ve sınıf çatışmalarına etkisini anlatan beş kült romanı KARAR okuyucularımız için derledik.

SALİHA SULTAN/İSTANBUL

Edebiyatta açlığın insan psikolojisine, kolektif yaşamımıza ve sınıf çatışmalarına etkisini anlatan beş kült romanı KARAR okuyucularımız için derledik.

AÇLIK KNUT HAMSUN (1890)

Norveçli yazar Knut Hamsun ‘Açlık’ romanında Oslo’da iş bulamadan, yazılarını yayımlayamadan aç kalarak geçirdiği çile dolu günlerini anlatıyor. 1886’da ABD’ye giden, iki yıl sonra Avrupa’ya dönmek için bindiği vapur Oslo’ya gelince orada geçirdiği açlık günlerini hatırlayıp, karaya çıkamayan Hamsun o günlerde açlığından kendi parmağını ısırıp yemeye çalıştığını “Beynimde bir şey kıpırdamaya başladı; alttan alta yol bulmaya çabalayan bir düşünce, çılgınca bir esintiydi bu: Parmağımı ısırıversem?” sözleriyle anlatıyor romanında. Açlık çektiği günlerde insanlıktan çıkışını da okuyucuya kendi yaşadığı çarpıcı anları müthiş edebi bir anlatımla aktaran yazarın, karnını doyurmak için o devasa şehirde giriştiği umutsuz mücadele onu o kadar yorar ki sonunda bir gemiye binip ülkesinden kaçmak için yollara düşer. Modern ve psikolojik sürükleyici edebiyatın en önemli örneklerinden olarak görülen romanı Peyami Safa ya da Behçet Necatigil çevirisinden okumak ise önemli bir ayrıntı.

UÇURUM İNSANLARI JACK LONDON (1903)

Uçurum İnsanları, 1900’lü yılların Londra’sında zengin kesimin yaşadığı Batı Yakası ile, sefalet içinde yaşamaya çalışan evsiz, fakir, ağır işlerde çalıştırılan ve faydasız görülenlerin yaşadığı Doğu Yakası’nı anlatıyor. Yazar Jack London ‘uçurum’ dediği Doğu Yakası’nda açlığı bizzat kendisi tecrübe ediyor. 1902 yazında berduş kılığına girip sefaletle yüklü sokaklarda yaşamaya başlayan yazar, haftalığı 75 sente kiralanan, banyosu olmayan, insanların üst üste pislik içinde uyuduğu odalardaki yoksulluğu anlatıyor. Hıristiyan hayır kurumları ve belediyenin ücretsiz yemek dağıttığı aşevlerinin önünde kuyruğa giren, çoğu kez sokaklarda yatan insanların sırtına basarak sanayi devrimini yaşayan Londra’daki istatistiklere de yer veriyor yazar. İngiltere’de 8 milyon insanın açlıkla boğuştuğunun defalarca altını çiziyor. Natüralizm akımının edebi türündeki en iyi örneklerinden sayılan bu romanı Yiğit Yavuz ya da Osman Çakmakçı çevirisinden okuyabilirsiniz.

PARİS VE LONDRA’DA BEŞ PARASIZ GEORGE ORWELL (1933)

İngiliz yazar George Orwell, kendi yaşam hikayesinden yola çıkarak yazdığı bu otobiyografik romanında önce binlerce işsizin olduğu Paris’te günde 17 saat bulaşıkçılık yaptığı günleri anlatır. Onca çalışmaya rağmen karnı bir türlü doymayan yazar bu durumu “Açlık insanı omurgasız ve beyinsiz bir hale indirgiyor” cümleleriyle anlatıyor. Londra’da daha iyi şartları olduğuna inandığı bir hastabakıcılık işi bulan yazarın, buraya vardığında ise işler yolunda gitmez ve planları altüst olur. Cebindeki üç kuruş parası bitince İngilizlerin ‘iğneli fıçı’ dediği berduş evlerine sığınır ve hiç görmediği manzaralarla karşılaşır. 19.yüzyıl Avrupası’nın korkunç halini London gibi rakamlarla da destekleyen yazar, bir yandan da açlığın getirdiği ruh yozlaşmasını, erdemlerin, ahlakın yitip gitmesini sarsıcı hikayeler üzerinden anlatır. Okudukça ‘Ben olsaydım ne yapardım?’ sorusuyla karşılaşacağınız ve gerçek manada ‘beş parasızlığı’ anlatan romanı Berrak Göçer çevirisinden okuyabilirsiniz.

GAZAP ÜZÜMLERİ JOHN STEINBECK (1939)

Amerikalı yazar John Steinbeck’in Pulitzer ödülü kazanan romanı 20. yüzyılın en büyük edebiyat eserleri arasında anılır. Kısaca topraklarından koparılan ve iş bulma umuduyla yollara dökülen yoksul tarım işçilerinin hayatta kalma mücadelesini anlatan roman, Joad ailesinin öyküsü etrafında yüzyılın başında açlığa, zulme ve sömürüye direnen milyonların hikayesidir esasında. Kendisi de göçlere açık bir tarım bölgesi olan Kaliforniya’ya bağlı bir kasabada doğan yazar buradaki gözlemlerini romanında şekillendirir. Joad ailesinin bütün gün zor şartlar altında çalıştıkları tarlalardan, kazandıkları bir dolarla kurutulmuş et, kahve patates alarak döndükleri derme çatma çadırlarında yaşadıklarının hikayesini neredeyse her sayfasında burnumuza gelen kahve kokusu eşliğinde anlatılan romanda birçok hikaye bize açlığı, emeği ve sömürüyü sorgulatır. Steinbeck’in yayımlandığı dönemde gelenekçilerden büyük tepki alan romanını Remzi Kitabevi için çeviren Gülen Fındıklı çevirisinden okumanızı tavsiye ederiz.

İNCE MEMED YAŞAR KEMAL (1955)

Toplumcu gerçekçi yazar olarak Türk edebiyatında önemli bir yeri olan Yaşar Kemal ilk romanı ‘İnce Memed’de ağa-bey; düzen-halk ilişkisini, Cumhuriyetin ilk yıllarında kaderine terkedilmiş bir köy üzerinden ele alır. Köylüyü maruz kaldığı baskılar nedeniyle bir kurtarıcı beklerken resmeden yazar, ağalık sistemine başkaldıran İnce Memed’e verir bu görevi. Etiyle, kemiğiyle, fikriyle; arzuları, zaafları ve çıkmazlarıyla insanın ortaya koyulduğu romanda bir yandan da ‘insanın insana ettiğine’ şahitlik ederiz. Gerçekliğin sarsıcı ayrıntıları da bizi tam bu noktada bulur. Yazar en zor koşullarda bile insana ve ondaki umuda olan inancını ortaya koysa da, güç karşısında biçare olan insanların gösterebildiği tavırlar insanlığımızı yaralar. Okurken binlerce yılın hikayesinin hep aynı olduğunu bir kez daha fark ederiz. Birçok dile çevrilen ve dört ciltten oluşan roman satır aralarında geçen bulgur pilavının, tarhana çorbasının ve çökeleğin kokusunu bilenler için ayrı bir okuma tecrübesi.

EN KANLI SAVAŞLAR YİYECEK İÇİN BAŞLAR

Netflix’te yayınlanan korku, gerilim ve bilim kurgu temalı ‘The Platform’ filmi bugünlerde karantinada yaşayan insanlığın dilinde. Distopik bir hapishaneye bir anlaşma karşılığında giren bir adamı merkezine alan filmin ana hikayesi insanların açlık duygusuna dayanıyor. Dikey olarak inşa edilmiş bir hapishanede her katta 2’şer mahkumun bulunduğu, mahkumların yemek servisi için kullanılan platform ise hikayenin ana merkezini oluşturuyor. Yukarıdan en seçkin şefler tarafından donatılmış olan yemek platformu, her katta belli bir süre kaldıktan sonra en alt katlara iniyor. Üst kattakilerin daha şanslı olduğu bu sistemde mahkumlar, üst katta olmanın avantajını hunharca kullanınca, platform alt katlara kadar indiğinde tam takır bir hal alıyor. Ve bu hikaye bize sınıf çatışmasından başlayarak, aç kalan insanların ilkel benliğine dönüşünü çarpıcı bir şekilde aktarıyor. Filmi bitirdiğimizde, anlatım her ne kadar kasvetli de olsa, özellikle bu karantina günlerinde dayanışmanın ne kadar önemli olduğu üzerine bir kez daha kafa yoruyoruz.

YORUMLAR
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN