İslâmcı düşüncenin kültürel mekânları

Bir toplumda kültürün üretilip tüketildiği ve dolaşıma sokulduğu mekânlar vardır. Sosyal değişimi yansıtan en önemli mekânlar bunlar olsa gerek. Çünkü matbaa ve gazetenin girmesiyle Osmanlıdaki kültürel mekânlar da büyük ölçüde değişti, klasik edebiyat meclisleri ve mahfillerin yerini matbaa ve gazete idarehaneleri aldı. Hatta Cumhuriyet’ten sonra, şuarâ ve ulemanın meşrebine göre, bu mekânlara Cumhuriyet, Küllük, İkbal, Meserret, Baylan gibi meyhane, kahvehane ve pastaneler, en sonunda da cafeler eklendi…

Doğrusu, kamusal alanlarda 1960’tan sonra görünmeye başlayan “İslâmcı” camianın kültürel mekânları incelenmeye değer bir konu. Böylece İslâmcı düşünce’nin 60’lı yıllardan bugüne hangi mekânlarda yeşerdiği, buralarda üretilen/tüketilen kültürün, bu mekânların kurucu veya müdavim şahsiyetlerinin özellikleri ve daha sonraki kuşaklar üzerindeki etkileri üzerinde çalışılabilir.

***

Şüphesiz, ben ve benden önceki kuşağın siyasî/fikrî ve edebî açıdan yetişmesinde, resmî kurumlardan ziyade, bu tür sivil/kültürel mekânlar rol oynamıştır.

Bu girişi, editörlüğünü Köksal Alver ve Duran Boz’un yaptığı “Mekân Hikâyeleri” adlı kitap vesilesiyle yaptım. Eser, okur-yazar dindar zümrenin, 60’lı yıllardan itibaren, önce büyük şehirlerde, ardından Anadolu’da; hangi mekânlarda toplandığını, bu mekânların müdavimlerini, okudukları kitapları, tartıştıkları konuları, dostluk ilişkilerini, tanıkların kaleminden anlatıyor… Böylece, anı niteliğindeki bu yazılar vasıtasıyla, “İslâmcı hareket’in hikâyesini mekânlardan hareketle okuyabiliyoruz.

Kitaptaki çoğu yazı gösteriyor ki İslâmcı düşüncenin merkezden taşraya doğru yayılmasında en etkili olan mekânlar, dergi idarehaneleri/ kitabevleri ve kahvehanelerdir… Meselâ Hüseyin Su’nun kaleme aldığı üzere, bunlardan biri 1973’te, Ankara’da Esat Caddesi’nde açılan “Edebiyat Dergisi” bürosudur. Su’nun söylediği gibi bu mekân, “kendine özgü âdâp ve erkân”ıyla Ankara’dan veya taşradan gelen pek çok “İslâmcı” aydının âdeta “karargâh”ı idi… Onu daha sonra Mavera’nın, Akabe Yayınevi’nin ve Hece’nin mekânları izledi. Kitaptaki N. Ahmet Özalp’ın “Zafer Çarşısında Bir Darü’l-Eman: Akabe Kitabevi”ni gözlerim yaşararak okudum. Zafer Çarşısı’nın gergin ortamında, birkaç Müslümanın kıt imkânlarla açtığı kitabevinin hikâyesi, bana şimdilerde kaybettiğimiz, vefa, kardeşlik, dostluk ve fedakârlığın, o yıllarda ne kadar da diri olduğunu hatırlattı… Müslümanların o dönemde solun hakimiyetinde olan Zafer Çarşısı’nda ilk görünüşleridir bu… Ardından “İktibas” dergisinin ve Ercüment Özkan’ın hikâyesi, sonra elbette Eskişehir ve elbette Atasoy Müftüoğlu’nun mekânları; “Deneme” dergisi, Akçağ ve Gazve Kitabevlerinde yapılan sohbetlerle devam eden büyük yürüyüş…

***

İşte bu mekânlar, 70’li yıllardan itibaren merkezden taşraya doğru yayılmıştır. Bursa’da Sur, Denizli’de Hicret, Kayseri’de Akabe, Van’da Vakıf Kitabevi ve niceleri… Bunlara bir de gözü pek, cömert, merhamet ve sevgi yüklü, dava delisi Kerim’leri, onların birer ruh atölyesi olan dükkânlarını, yazıhanelerini eklemek gerek. Meselâ, “Hacı Bayram’da Dr. Emin Acar Bey’in yerini, Kızılay’da Turtes Pasajı’ndaki Saatçi Musa’nın Dükkânı’nı, burada hem saatleri hem de ruhları onaran Musa Çağıl’ı kim unutabilir?..

Ben, kitapta en çok Hilmi Uçan’ın yazısını okurken duygulandım. Bu yazıdaki İrşad Kitabevi ve bu kitabevinin sahibi “Hoca! Yekûnları 1’de topla” diyen fedakâr dava adamı İsmail Gültekin gibileri, çoğumuzun hikâyesinin ortak kahramanı ve mekânıydı.

Şimdi o simaları, o mekânları ve sohbetleri o kadar özlüyorum ki!..

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum