Ali’den geliyoo!
İnsanlar hikayelerle doğar, hikayelerle büyür ve en nihayetinde hikayelerle ölürler. Her insanın vardır bir hikayesi ve hikayesinin peşinden gider insan.
***
Dayımın kızı Zehra. Beraber büyüdük, beraber oyunlar oynadık, beraber Elif cüzünü bitirdik. Birbirimizi çok severiz. Zehra’nın çok kıymetli bir de hocası var. Yolun bir yerinde, hikayenin bir noktasında Zehra, beni ve kıymetli eşim Fevziye’yi hocasına götürmek istedi. E biz de olur, dedik. Vardık huzura.
***
Kayseri’de bir yerde, 8-10 katlı bir binanın girişinde, tek göz sade bir oda. Odanın içinde bir adam. İsmi Ali. 70’inde var rahat. Elinde cigarası kendi fotoğrafının altında oturuyor tatlı tatlı. Böyle bir manzarayla karşılaşınca beni bir gülme tutuyor tabi. Mustafa Kemal gibi adam, kendi fotoğrafı altında bağdaş kurmuş oturuyor. Kim olsa güler. Kemal Paşa görse o bile güler!
Tanıştık.
-Ne iş yapıyonuz?
-Radyocuyum, efendim.
-Oo, ratyo! Ratyoculuk peygamber mesleği.
Beni bir gülme aldı yine. Tutamıyorum kendimi.
-Halilbraam peygamberin mesleği.
-Ne, nasıl olur efendim?
-Tebliiğ, tebliiğ. Ali’den geliyoo!
Film başladı. Tatlı bir film. Ali Hoca tatlı, ben tatlı, Zehra ve Fevziye tatlı. Muhabbet başladı. Esasen muhabbet başlamaz. Muhabbet bitmez. Muhabbetin başı sonu yoktur. Muhabbet zaten vardır, muhabbete düşülür. İşte biz de hayatın ortasında, Kayseri’nin ortasında muhabbetin ortasına düştük.
***
Ali Hoca uçaklardan bahsediyor, kuşlardan bahsediyor, kırlangıçlar, serçeler, kuş evleri, karıncalar… Hayattan, her şeyden bahsediyor. Bilimsel keşifleri anlatıyor. Sonra duruyor. “Di bakıyım” diyor. Ben “Ali’den geliyoo!” demeden devam etmiyor sohbetine. Tıpkı Yıldırım Akbulut gibi. O da röportaj esnasında fotoğraf çekilirken cümlesini ortada keser, fotoğrafçıya poz verir, öyle devam ederdi cümlesine kaldığı yerden. Yıldırım Akbulut ekolü. Yapacak bir şey yok. Gülmemi zar zor bastırarak “Ali’den geliyoo!” diyorum. Her yiğidin bir türkü söyleyiş biçimi vardır. Yapacak bir şey yok. Ali’den geliyoruz.
Adam her şeyle ilgileniyor, her şeyi konuşuyor. İnsanlar gelip gidiyor odaya. Ara sıra da onlarla ilgileniyor. Müritleri var onlarca, hepsi de kadın. Etrafında pervane oluyorlar. Muhabbetin bir yerinde Ali Hoca’nın başucundaki komodinin üstündeki saksı devriliyor birden. Belki gülüp dururken ben devirdim belki de odaya girip çıkan kadın müritlerden biri. Bilemiyorum. Herkes bir anda çok heyecanlanıyor, 5-6 kadın mürit birden saksının parçalarını toplamaya girişiyor. Herkes can havliyle saksıyı toplarken Ali Hoca aynı filozoflar gibi sessizliğini bozdu ve dedi ki: “Bırakın! Heyecanlanmayın. Olacak olan olur. Kırılacak olan kırılır. Bırakın!” “Di bakayım” dedi. “Ali’den geliyoo!” Heidegger, Wittgenstein, Aristo filan halt etmiş. İşte gerçek filozof burada. Ali’den geliyoo!
Hikaye burada bitiyor. Devamı masal.
***
Adam yukarıdaki ampülü gösteriyor. “Ne bu?” Diyor. Ampül diyoruz, yok. Floresan diyoruz, yok. Işık diyoruz, yok. Birisi elektirik diyor, olur diyecek gibi oluyor. “Aliektiriik, aliektiriik. Di bakayım” Ali’den geliyoo!
***
Muhabbet öyle güzel, öyle tatlı akıyor ki sayısız sigara içiyoruz karşılıklı. Zaten muhabbetteyken sigaralar sayılmaz. Sayılırsa insan sıkılmış demektir. İnsan sıkılırsa insanlık sıkılır.
***
Adam soruyor: “Gökte uçan şey nedir?” Uçak diyoruz, yok. Kuş diyoruz, yok. Börtü böcek, yok. Biri helikopter diyor, olur diyecek gibi oluyor. “Alikopteer, alikopteer. Di bakıyım” Ali’den geliyoo!
Hocam, diyorum “Kırılacak olan kırılır mı?” gülmekten bi’hal olmuş bir şekilde. “Kırılır!” diyor. “Ali’den geliyoo!” diyorum istemsizce. Hocam, diyorum “Telefon çalınca nasıl açıyorsunuz?” “Alioo, alioo” diyor. Basıyoruz artık kahkahayı.
Yapacak bir şey yok. Hepimiz Ali’den geliyoruz.