Eski libas gibi âşığın gönlü
Dünya sıkıcı. Türkiye hüzünlü. Dünyanın derdini çekiyoruz çünkü.
“Yalnız hüznü vardır kalbi olanın” diyor İlhami Çiçek. Bize bir kalbimiz olduğunu hatırlatıyor. Kalbimiz, Türkiye’ye tebessüm ediyor, dünya hüznümüzü büyütüyor.
Döne döne türkülere dönüyorum ben de. Döne döne Erciyes’e, Gesi bağlarına dönüyorum.
Bu satırların yazarı Gesi bağlarında doğdu; üzüm bağında, üzümlerin içine... Belki de o yüzden üzümü, “Kimseler yanmasın anam yansın derdime”deki garipliği ve Türkiye’yi sevdi; ‘sevgisi imandandır’ diyerek bağrına bastı.
Gesi bağları muhabbet bağlarıdır.
Gesi bağları türküsü de öyledir; türküler kerim bir tarihten günümüze uzanan hüzün haberleridir. Bizim türkülerimiz çokluğumuza, tekliğimize, hüzne, melale dayanır. Onlar kaybolunca garipliğimiz de aşk da kaybolur.
İnsanın ve kelimenin başı dik, alnı açık olması aşk ile mümkündür.
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Anadolu’nun gerçek romanını yazmak isteyenler muhteva yüklü türkülere eğildiklerinde onlarda çok şey bulacaklardır, bizim romanımız türkülerdedir,” der.
Tarihle yüklendiğimiz hüzün ve bizi Allah’a ulaştıracak melal de oradadır.
Bir de bir garip şair var; Seyrani. Erciyes’ten selamlamıştır âlemi:
“Bir kâmilin yolun tutsam / Aşk oduna yanıp tütsem / Bülbül gibi feryat etsem / Muhabbetin güllerine.” “Vücudumu kavursalar/ Yönüm yâre çevirseler / Harman gibi savursalar / Muhabbetin yellerine.”
Siz de Erciyes güzeliyle düşersiniz muhabbete.
