İlk yemin

Dünyaya gözlerimi açtığım o ilk anda, ilk yeminime sadık kalabilecek miyim endişesiyle ağladım.

Senden kopma, seni incitme ihtimalinin adıydı dünya.

Sen, yerin ve göğün ve her ikisinin arasında bulunanların Rabbiydin.

Annemin beni ilk sarışında duyduğum sıcaklık da sakinleştiremiyordu beni. Ağlıyordum sürekli. Asli vatanımdan ayrılmıştım: Senden.

Emdiğim ilk damla süt, şefkatin, güvenin, insan olmanın vazgeçilmeziydi ama bir diğer tarafı da yeryüzündeki garipliğimiz, yetimliğimizdi.

Sen benim Rabbimdin, beni ilk muhatap alandın, benimle ilk konuşandın, ben de ilk seninle konuşmuştum; dostumdun, vatanımdın, bana beni veren, bana her şeyimi verendin.

Şimdi diline yabancı olduğum bir yerdeydim. Gördüklerimi kimin diliyle tanımlayacaktım.

Senden gelen ve her halükarda sana dönecek olan ben olarak dönebilecek miydim, dünyaya gözlerimi açtığım o ilk anın safiyetiyle.

***

Şimdi Türkiye’deyiz.

Ve fakat Türkiye’de doğmamızın bir hikmeti olmalı. Burada değil de Isfahan’da, Prag’da doğabilirdik. Bizi Türkiye’ye gönderen bir Allah var; bizi yaratan Allah bizi bizden daha iyi bildiğine göre Türkiye’ye gönderilmemizin de bir hikmeti var.

Cennetten Türkiye’ye geldik.

Burayı önemsememek, sevmemek Allah’ın bizim için tayin etmiş olduğu, bize en uygun gördüğü mekanı reddetmektir. Kaldı ki bu, fıtraten mümkün değil zaten. İnsan memleketini severken, sevdiğini söylerken, ne sebebini düşünür, ne de başkalarının kınamasını. Çünkü herkes için kendi vatanı güzeldir, özeldir, azizdir.

İlkler önemli hayatımızda. İnsan önce kendi memleketini, şehrini sever. Hz. Peygamber’in Mekke’den ayrılırken neler yaşadığını, ne kadar hüzünlendiğini çok iyi biliyoruz.

Her insan “bir yere” indirilmiş. Hz. Peygamber’e de Mekke takdir edildi.

Mekke’yi niçin sevdi o kadar? Niye o şehri hep özledi?

Çünkü Mekke ana kucağıydı onun için; oraya doğdu. Hicret edinceye kadar geçen zamanda Mekke’den hiç ayrılmadı. Hz. Peygamber hicrette ve öncesinde her ayrılmak zorunda kaldığında bir an önce geri dönme isteğiyle çıktı Mekke’den. Çünkü orada doğdu, orada büyüdü, Hz. Hatice Annemizle orada evlendi, çocuklarının altısı orada oldu, “hüzün yılı”nda sevdiklerini bir bir Mekke toprağına emanet etti.

Hicret dediğimiz çok büyük bir vakıanın beşiğidir Mekke. Hz. Peygamber Medine’ye bir başka vesile ile gitmiş olsaydı, mesela ticaret için, biz buna hicret demeyecektik. Hicret, tevhid akidesini yerleştirmek ve âlemşümul kılmak için yapılan, yapılması zorunlu olan bir eylemdi. Bu bir yönü ama bir de ayrı kaldığı vatanına duyduğu hasret vardı. İşte “hicret”, biraz da bu duygunun, “vatan özlemi”nin adıdır.

Buradaki vatanımızı güzelleştirelim ki asli vatanımız güzelleşsin.

***

Söze başlarken dünyaya gözlerimi açtığım o ilk anda, ilk yeminime sadık kalabilecek miyim endişesiyle ağladığımı söylemiştim ya... Bizim bir vatanımız var, o da asli vatanımız ahiret yurdudur demiştim ya… İşte bu yüzden bir “vatan” duygusuna sahibiz. Asli vatanımıza aynı safiyetle geri dönmeyi arzuluyoruz.

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum