İnancın sessiz yüzü

İnsanın ilk terbiyesi ana rahminde başlar. Orada ne irade vardır ne de güç… Her şey Allah’ın kudretiyle şekillenir. İlk mekânımız, ilk yakınlığımız, ilk sözleşmemiz annemizledir. Anne, her insanın geçtiği ilk cennettir.

Allah, varlık kaynağımızdır; vazgeçilmezdir, biriciktir. Yaratılışın bir temsili olarak Allah, annemizi kendisine en yakın yere yerleştirmiş. Anne; aidiyetin, sevginin, inancın ilk temsilcisi…

Bize ilk kelimeyi o öğretti. Belki de “Bismillah” derken, onun gözlerindeki sıcak bakışta gizliydi ilk imanımız. Daha ne olduğunu bilmeden “Allah” dedik, çünkü annemiz öyle diyordu. Duaları ezberlemeden önce hissettik; çünkü o dualar annemizin sesine, kokusuna, dokunuşuna gizlenmişti. Annemiz neye inanıyorsa biz de ona inandık; sorgusuz, saf bir teslimiyetle…

Annemizin bir dini vardı. Çocukken sabah ezanında içimize işleyen, bayram sabahlarında kalbimizi titreten bir inanç… Ne ideolojik, ne çıkarcı… Gösterişsiz, kavgasız, riyasız… İçten bir hal. Temiz bir söz. Yalın bir dua.

O inanç, camide başlayıp evde bitmezdi; hayatın her anına sinmişti. Tencereyi açarken “Allah ne verdiyse” diye şükreden kadınlarımız vardı. Sofrada sadelik, yemekte bereket duası, ekmek bölerken besmele… Yani din, hayatın içindeydi.

Annemizin dini sadece Kur’an sayfalarında değil; evin duvarlarında, yastıklarda, çocukların uykularında yaşardı. Bir mendile işlenen sabırda, bir tas çorbayla paylaşılan sevgide, geceleri sessizce ağlayan bir yürekte gizliydi.

Bu bir sistem ya da siyasi duruş değildi. Yaşanan, hissedilen, içten bir haldi. Kitapla değil, kalple anlaşılırdı.

O inanç gösteriş peşinde değildi. Sessizdi ama derindi. Kimseyi ikna etme derdinde değildi. “Allah bilir” der, geçerdi. Teslimiyetin adıdır bu. Bilgiden çok yaşayıştı. Namaz özlemle kılınır, oruç bir arınma haline dönüşürdü.

Ama sonra biz o dünyadan uzaklaştık. Annelerimizin dizinin dibinde öğrendiğimiz hikmet, yerini ekranlarda bağıran, tartışan, hükmeden bir dile bıraktı. İnancı, kimlik göstergesine çevirdik. Dini, bir siyasi araç, bir hizip sembolü haline getirdik. Annemizin duası kayboldu; yerine yüksek sesle konuşan ama içi boş nutuklar geldi. İnanç, dilde çoğaldı; kalpte azaldı.

Bugün din adına çok şey söyleniyor; ama annemiz gibi yaşayan, hisseden, sabırla dua eden az. Belki de bu yüzden her şey bu kadar gürültülü ama bu kadar boş. Çünkü din bir iddia değil; bir yakınlık, bir huzur halidir. Bu hal, kitaplarla değil; bir annenin sessizce sabrederken içinden geçirdiği dua kadar derindir.

Annemizin dini, bu toprakların ruhudur. Göçle, savaşla, yoksullukla yoğrulmuş bir milletin sığındığı son liman…

Bir ninenin “hakkım helal olsun” deyişi kadar hakiki, bayram sabahı çocuğun sevinci kadar canlı… O, mezar başında edilen dualarda, yağmur duasında birleşen ellerde yaşar. Onu tanımlamak gerekmez; hissetmek yeter.

Şimdi yeniden hatırlamalıyız o duyguyu. Çünkü bu çağ gösterişli ama köksüz, hızlı ama yönsüz. Ve biz, annemizin duasını unuttukça, kim olduğumuzu da unutuyoruz. Sadece dini değil, kökümüzü, sesimizi, yuvamızı da yitiriyoruz. O yüzden dönüp yeniden bakmalıyız: Annemizin gözlerinde gördüğümüz o ilk “iman” kıvılcımına. Belki kurtuluş orada, belki huzur hâlâ o sessiz dualarda saklıdır.

YORUMLAR (6)
6 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.