Kitaplar arasında

Pandemi günlerinde kitaplarla ve hatıralarla daha çok haşır neşir oluyorum. Kitapla / kitaplarla olan maceramı düşünürken Halil Açıkgöz’ü hatırladım. Sonra Halil Açıkgöz etkisiyle aldığım kitaplara göz gezdirdim kütüphanemde.

***

Kim mi Halil Açıkgöz? Liseden edebiyat öğretmenim, pek severim. Daha lise ikinci sınıftayken daha sonraları hayatımda güzel etkiler bırakan pek çok yazarın, kitabın ismini ilk kez ondan duydum. Cemil Meriç, Erol Güngör, Nurettin Topçu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Bahaeddin Özkişi… Cemil Meriç’le nasip oldu tanışma imkânı da buldum. Erol Güngör’ü uzaktan bir kez gördüm. Hatta daha özel bir şey söyleyeyim, en verimli dönemini teşkil eden bir yaşta aramızdan ayrılan değerli ilim adamı Erol Güngör’ün cenazesinde Kur’an okudum. Hoca’nın bundan kırk yıl önce yazdıkları bugün bile çok kıymetli yazılar. Onun eserleri yalnız Türk düşünce tarihi açısından değil, aynı zamanda günün problemlerini anlayabilmek ve doğru bir şekilde yorumlayabilmek için hâlâ önemini koruyor.

Şu tespitler onun: “İslâm, siyasetin arkasında filizlenen bir doktrin değildir. O hedefine tek başına yürür. İslâm davasının asıl yükü fikir adamlarının omuzlarındadır. Müslüman aydınlar, din adamları, âlimler, mütefekkirler, sanatkârlar bu sorumluluğun şuuruna ermelidir. Medeniyeti politikacılar yaratmaz. Medeniyet, âlimlerle sanatkârların işidir.”

Şu tespitler de onun: “İslâm, kitaplardan okunan değil, yaşanan bir hakikat olduğu ölçüde kıymet kazanacaktır. Biz onu bir sahabenin, bir velinin veya geçmişteki herhangi bir kahramanın hayatından ziyade kendi hayatımızda görmeliyiz. Bugünün insanı, bugünün problemleri karşısında İslâm’la yüz yüze gelmelidir.”

Cemil Meriç’i, Nurettin Topçu’yu, Tanpınar’ı anlatmaya gerek yok.

Birkaç cümleyle Bahaeddin Özkişi’den söz etmek isterim ama…

Hikâyeci ve romancı. “Sokakta,” “Köse Kadı” ve “Uçtaki Adam” roman üçlüsü muhteşemdir. Bir de hikâye kitabı var: “Göç Zamanı.” Türkçenin en güzel hikâyelerini “Göç Zamanı”nda bulduğumu itiraf etmeliyim. Özkişi’nin ismini Halil Açıkgöz’den öğrendim, Türkçenin bir dua dili olduğunu ise Bahaeddin Özkişi’den. Özkişi’den dilimizin inceliklerini, zarafetini de öğrendim.

Ölüm bize hep korkulan bir şey olarak anlatılmış. Bahaeddin Özkişi’nin “Göç Zamanı” hikâyesini okursanız “güzel ölüm” dersiniz hikâye bittiğinde, içiniz ışır.

Şöyle biter Göç Zamanı hikâyesi:

“Siz hiç sabaha karşı çağıran bir ses duydunuz mu? Bir ney ahengine bürünmüş bir ses?

Bir adam gördünüz mü, elini şakağına dayamış bir Münâdi, ‘Göç zamanıdır’ diye haykıran?

Dede olmalıydı şimdi. Size derdi ki, siz de duyacaksınız bir gün. Sonra gülümser, gözleri uzaklara dalar giderdi.”

Hikâyenin son kelimesine parmağınızı koyarsınız ve hiç kaldırmak istemezsiniz.

***

Küçücük burnu, iri mercek gözlükleri vardı Halil Açıkgöz’ün. Okuyun, hep okuyun derdi. Yazmayı önemserdi. Yazmaya teşvik ederdi hepimizi. Tatlı bir enerjisi vardı. Tane tane ve büyük bir ciddiyetle anlatırdı anlatacaklarını. “Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş / Eşini gâib eyleyen bir kuş / gibi kar” dizeleriyle başlayan “Elhân-ı Şitâ” şiiri vardır Cenap Şehabettin’in, zor ve tatlı şiirdir. O şiirin tefsirini yapmıştı bir hafta boyunca, nasıl unuturum. İstiklal şairi Mehmet Akif Ersoy’u ve Safahat’ı bugün çok seviyorsam bir babama, bir de Halil Hoca’ya borçlu olduğumu söylemeliyim.

Türk olmak, dünyaya “bir yerden” bakmak kıymetliyse onun şarkısını, türküsünü, hikâyesini yazmak da kıymetli. Türkiye’nin şarkısını söyleyen insanlara teşekkür borçluyuz.

Titiz, mesleğini aşkla yapan bir adam… Fakülte bitirme tezi, Fuat Köprülü’nün fikri ve içtimai yazıları. Dahası, Türkçenin tüm bahçelerinden çiçekler devşirdi, kıymetli yazılar yazdı, kitaplar hazırladı.

***

Cemil Meriç kör olduktan sonra yıllarca kitap okumuş Halil Açıkgöz, Cemil Meriç’e. O günleri de anlatmıştı bize. Birinci ağızdan Cemil Meriç hikâyeleri, daha ne olsun!

Dört beş sene önceydi galiba, Star Gazetesi bir soruşturma yaptı. Cemil Meriç’in kitaplarının ilk baskılarıyla son baskıları arasında fark varmış, onun sebepleri üzerine Cemil Meriç’i de yakından tanıyan insanlara sorular sormuşlardı. Halil Açıkgöz’ün verdiği cevaplar bir yana, orada “Artık ben de görmüyorum” gibi bir şey de söylemişti. İçim sızladı.

Halil Açıkgöz’ü, “göç zamanı”nı yaşayan tüm büyüklerimizi sevgiyle anar, Allah’tan rahmet dilerim.

Mutlu pazarlar.

YORUMLAR (19)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
19 Yorum