Şeftali ve yoksul eller
Kendini doğanın bir armağanı olarak görür. Güneşin sıcak ışıkları altında, ağacın dallarına asılı halde olgunlaşırken, hayatı kendiliğinden bir varoluş gibidir. Başlangıçta her şey doğayla uyum içinde, sakin ve huzurludur. Fakat zamanla daha derin bir farkındalık gelişir.
Şeftali, ağacın en yüksek dalında sallanırken, dört bir yanındaki manzarayı izler ve belki de en temel soruyu sormaya başlar: “Benim varlık amacım nedir? Nereye gitmeliyim?”
Şeftali, bedeninde büyüyen suyu ve tatlı meyve etini hissederken, toprağın derinliklerinden gelen bir enerjiyle beslenir. Ancak bu enerjiyi, onu elinden alacak güçlü ellere değil, değer verip anlam katacak insanlara sunmak ister. O, yaşamı boyunca zengin ellerle, soylularla ya da lüks içinde yüzenlerle buluşmak istemez. Onların arasına girmeyi hayal etmez; çünkü bilir ki onlar zaten çok fazlasına sahiptir. Onların sofralarına giden meyveler, asıl tadını ve anlamını kaybetmiştir.
O, yoksul ellerde gerçek değerini bulur. Yoksul eller, şeftaliyi sadece bir meyve olarak görmez, hayatın küçük sevinci ve umudu olarak görür. Şeftali, yoksulun sofrasında bir anlam kazanır. Yoksul ellerde, bir yoksulluğun acısı, açlığın direnci ve umudun öyküsü vardır.
Yoksul ve şeftali.
İki ayrı güzellik.
İki güzelin buluşmasından daha güzeli var mı?














