Benim yaylalarım

Bahar gelince içimdeki dağ yayla hasreti depreşir. Tipik bir yayla çocuğuyum. Doğduğum köy, bir yayla köyü ama onun da yaylası var. Kızıldağ'ın eteğinde rüyâ gibi bir yayla. Suyu, Kızılırmak'ın doğduğu yerden, Kızılgöze’den geliyor.

Türk’ü, yaylasızlık öldürürmüş. Eskiden şehirde bunaldığımda, zamanın hızını azaltmak istediğimde kendimi, dağlara, yaylalara atardım. Canıma can gelirdi. Yaylaları gezerken güzel hikâyeleri de kaçırmamaya çalışırdım.

Giresun’da yaylaya çıkarken, bahar gelince çayını ve çadırını alarak kendini yaylalara vuran bir adamın hikâyesini dinlemiştim. Bozuk yollara taş döşüyormuş. Koca koca taşlarla çamurları kapatıyormuş. Öylesine, Allah rızâsı için. “Bir Müslümanın ayağına takılmasın diye taşı kenara iten adamın neslinden” diye düşünmüştüm. Anlatan adam, “Beni görünce nazarım değmesin diye taşı hemen bıraktı.” demişti. Bence yaptığı iyiliğin gizli olmasını istediğinden böyle yapmıştı.

Ankara’da Çamlıdere’de nefes alırdım. Bir ara Düzce yaylalarına gittim. Hâlâ yaşıyor mu bilmiyorum, Pürenli Yaylası’nda ilk evin sâhibi Emin amca vardı. Kocaman bir ağacın altında oturur, her gelin geçene çay ikram ederdi. Bir seferinde yaylaya çıkan izciler, ilçeden gelecek malzeme gecikince aç kalmışlar. Emin Amca'nın kapısını çalarak ekmek istemişler. Hanımı, evde olan bir ekmeğin yarısını vermiş. Emin amca, kızmış hanımına. Diğer yarısını da vermiş.

Şimdi tabiatla iç içe yaşayınca yayla hasretim, nispeten azaldı. Günübirlik, hatta saatlik çıkıp gezmem mümkün. Samanlı dağları, tam bir yayla cenneti. Aytepe Yaylası, Menekşe Yaylası, Eriklitepe, Hacıosman… Hepsi birbirinden güzel. Aytepe’de, İbrâhim amcanın evine Tanrı misâfiri olduk, bir keresinde. Merhaba deseniz çay kahve ikram etmeden bırakmıyorlar. Koskoca evde hanımıyla yalnızdı. Çoluk çocuk, pek gelmiyormuş. “Bu kadar güzel bir yere nasıl gelmezler?” diye çok şaşırdım. Sonra internette evin satılık olduğunu gördüm. “Bu kadar dayanabildiler.” diye esef ettim.

Yine Aytepe’de rastladığım çok yaşlı bir teyze, tam hikâyelikti. Yürüyemiyordu ve muhtemelen demans hastasıydı. Yüzüme baktı ve şöyle sordu:

“İneğin var mı?”

“Yok.” dedim. Başka bir şey demedi. İneğim olmadığı için beni adam yerine koymadı veya ömrü inek beslemekle geçtiğinden konuşacak başka bir şey hatırlamıyordu.

Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti’nin, “Hayâta gözlerimi açtığım zaman ilk gördüğüm manzara, dağ olmuş. İlk aldığım hava, dağ havasıdır. Lamartin, ‘Tabiatla insanlar arasında bir nevi akrabalık vardır.’ der. Benim dağlarla akrabalığım, çocukluğumdan başlar. Onun içindir ki dağ, dağlar, bende ikinci bir tabiat hâlindedir. Dağsız bir arâzi, hele dağsız bir vatan düşünemiyorum.” sözlerine, yüzde yüz katılıyorum. “Mürüvvetsiz beğden yeğdir dört köşen” diyen Köroğlu’na da rahmet olsun!

Anlaşıldı, benim dağ yayla zamanım gelmiş. Solmaz çiçeği göresim gelmiş. Hacıosman’a çıkıp kekik toplayasım, bir çoban çeşmesinden su içesim gelmiş.

YORUMLAR (13)
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
13 Yorum