Hastane önünde erik ağacı, annem ağacı

Yaklaşık 25 yıl evvel Çapa Tıp Fakültesi’nde yoğun bakımdan bir odaya alındım. Odayı paylaştığım genç hanım, bebeğini kaybetmek üzereydi. Bir ara ultrason çekimine gitti. Odada kalan refâkatçi anneanne adayı, yanıma yaklaşıp konuşmaya başladı. Sonra çantasından bir deste fotoğraf çıkardı. Uzun saçları, şık kıyâfetleri ve takılarıyla evinin muhtelif yerlerinde poz vermiş. “Saçlarım, böyle belime kadardı.” diye esef etti, hâlâ uzun ve gür saçlarını göstererek.

Gençlerin deyimiyle mal mal baktım durdum. Niye bu fotoğrafları çantasında taşıdığını, niye bana gösterdiğini sormaya mecâlim yoktu. Sonrasını bilmiyorum. Yâni anneanne olup olmadığını.

O günden bugüne hayat, çok hızlı değişti. Geçtiğimiz hafta yine hastanedeydim. Bu sefer annem hasta, ben refâkatçiyim. Bir akşam hastanenin önündeki bahçede bir refâkatçi hanımla oturuyorduk. Onun da annesi hasta. Hem de tehlikeli bir durumu var. Laf lafı açtı. Derken cep telefonunu açıp eşiyle ve çocuklarıyla çekilmiş poz poz fotoğraflarını göstermeye başladı. Muhtemelen iltifat bekledi ama ben yine mal mal baktım. Fotoğraftan sonra takı bahsine geçti. Eşinin aldığı, eltisinin çatladığı bileziğin fiyatını, siz de kıskanmayın diye yazmıyorum.

İşkence faslı bitince bahar geldiğinde bağlasan duramayan, bir koşu köye gidip sağı solu, bağı bahçeyi elden geçiren, hiç ziynet eşyâsı takmayan/takamayan, toprak kokulu kadının yanına çıktım.

Birgün karşı odanın camının önündeki sümbülleri gördüm. Çekim gücüne kapılıp girdiğim oda, mis gibi kokuyordu. Yaklaşıp doya doya kokladım. Sümbülün sâhibi hasta, “Çok mu seviyorsun?” diye sordu. “Hastayım” dedim. Kızı getirmiş. “Ben Malatyalıyım. Şimdi bizim köyde dağlar, bunlarla kaplı.” derken gözleri parladı. Ben de coştum.

Sümbül der ki boyum uzun
Yapraklarım dizim dizim
Beni ak gerdana dizin
Benden âlâ çiçek var mı?
Mor sümbüllü mâvi dağlar
Yârim gurbet elde ağlar

“Aaa mânisine de biliyorsun!” dedi, daha bir gözleri parlayarak. “Mâni değil, Âşık Veysel.” demedim. Öyle bilsin. Edebiyat dersinde değiliz ki.

Beşir Ayvazoğlu’nun Güller kitabı yanımdaydı. Bu mevsimde genelde bana arkadaşlık eder. Bir ara tefe’ül yapayım dedim. Sünbül Sinan sayfası çıktı. Kızı Rahime Hâtun’a tâlip olan Merkez Efendi’den bir deve yükü altın istemiş. Merkez Efendi, bir deve yükü toprak göndermiş. “Tamam” demiş, Sünbül Sinan. Bunu bir Âşık Veysel’in toprağından olan annem anlar, bir de karşı odadaki mor sümbüllü mâvi dağların kadını.

Birgün bir feryat koptu. Koridora çıktık. “Yaktın beni oğlum!” diye avaz avaz bağıran bir anne… Odaya dönünce renk vermedim ama bir bahar günü oğlunu toprağa veren annem, “Yaşlıya öyle bağıran olmaz. Gençtir.” dedi.

Cuma akşamı hastaneden çıkınca ortalıkta nasıl bir bahar kokusu anlatamam. Baktım, sol tarafta bir erik ağacı çıldırmış, bembeyaz. Yanına gidip selâm verdim. Dilimde tanıdık bir türkü, yürüyüp gittim.

Hastane önünde erik ağacı, annem ağacı …

YORUMLAR (8)
8 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.