Katılım bankaları büyümeli mi?
İslam’da aşırı tüketmek israf kategorisine girer ve hoş görülmez. Peki, İslam hukuku sınırsız miktarda para kazanmaya izin verir mi?
Tüketme eylemleri için var olan sınırlamalar, para kazanma eylemleri için de var mıdır? Olabilir mi? Bir Müslüman, mesela değeri bir trilyon doları aşan APPLE gibi bir şirketin kurucusu ve sahibi olabilir mi?
Sınırsız kazanma faaliyetlerinin her aşamasında, en önemli enstrüman ve destek olabilecek olan İslami Bankacılık faaliyetlerine, İslam Hukuku, acaba hangi gerekçelerle kuruluş yetkisi vermiş?
Öte yandan, uzman ve akademisyenlerin önemli bir bölümü bırakın ‘banka’yı, İslami bir yönetimde, herhangi bir tüzel kişiliğin varlığını bile tartışmalı buluyorlar.
“Beytülmal ve vakıf gibi bazı kısmi tüzel kişilik örnekleri dışarıda bırakılacak olursa, insan fertlerini aşan bir kurumsal sorumluluk anlayışının fıkıhta yer almadığı söylenebilir. Bu sebeple de fakihler, sorumluluğunu taşıyan gerçek şahıslardan bağımsız bir tüzel kişilik olarak devlet kavramı ve soyut siyasi kurumlar yerine, devletin iktidar aygıtlarını yöneten (râ’î) ve yönetilen (ra’iyye) gerçek şahısları fıkhın mükellef insan anlayışı çerçevesinde muhatap almışlardır.” (Prof. Dr. Asım Cüneyt Köksal, Sabah Ülkesi dergisi yıl 2017 sayı:50 Mesuliyetin Fıkhi Temelleri)
“İslam Hukukunda Kişilik” yani “zimmet sahibi” kişi, hakları olan, borçlanabilecek ve sorumluluk yüklenebilecek olan gerçek şahsiyetlerdir.
Wael B. Hallaq, “İmkânsız Devlet” adlı kitabında, İlerlemeci Modernist Devlet’le, İslami Yönetimleri kesin çizgilerle birbirinden ayırır. Pozitivist bir kurum olarak yapılanan modern devletin, sürekli modern kurumlar kurarak; kendisini kendisi için, halk ve “ahlaki daha iyi” için değil, ürettiğini uzun uzun anlatır. Pozitivist devletin “olması gereken ile olan” ya da “olgu ile gerçek” ayrımlarında; hep ahlaki olanı ıskaladığını ve sonuçta olanı ve olguyu tercih ettiğini anlatır. Hâlbuki Kur’an’da mündemiç İslam ahlakı, fıkıh yoluyla, toplumun yararını en ince ayrıntısına kadar gözetir.
İslami yönetimi, modern devletten ayıran en önemli hususun yasama ve yargının özerkliği olarak görür, Hallaq.
Pozitivist modern devlette her bakımdan yasama ve yürütme devletin menfaati için bütünleşiktir. İlerlemeci modern devletin yasama ve yargı faaliyetleri, bir özne olarak devletin kendi kurumsal bekası içindir, yüksek ahlaki ilkeler öncelikli değildir.
Öte yandan hanedan ya da yönetim değişti diye, İslam toplumu, kendi yasama ve yargı faaliyetlerini değiştirmez; tam tersine yeni yönetim var olan yasama ve yargı faaliyetlerine eklemlenir ve sadakatini teyit eder.
Çünkü İslami yönetimde yasama ve yargı hizmetleri yönetimden, yani yürütmeden, tamamen özerktir. Hukuk ekolleri (mezhepler) içinde, her dönem var olan müçtehitler, şarihler ve fakihler yorumlarında dönemlerinin ve bölgelerinin ihtiyacını da mutlaka dikkate alırlar.
Medrese fakihleri, müftüler ve kadılar atanma ve işten alma hariç, geriye kalan tüm yasama ve yargı alanlarında tam özerktirler ve gözettikleri tek kıstas Kuran’ın sosyal ahlakıyla üretilmiş İslam hukukuna uygunluktur.
Hallaq B. Wael, şirketleri tam bir İslami tüzel kişilik olarak görmez; bazen daha ileri giderek kötülük kaynağı olarak niteler.
Hallaq, Foucault’tan mülhem geliştirdiği “ahlaki benlik teknolojisi” kavramıyla; İslam hukukunun, ibadetlerini yapan ve İslam’a gönülden bağlı kişiler nezdinde geçerli olabileceğini uzun uzun anlatır. Tüzel kişilerin İslami ahlak terbiyesinden geçemeyeceği düşünüldüğü için kurumları, İslami Hukukun muhatabı ve mükellef addetmek mümkün görülmemiştir.
Hallaq İslami bankaları da ağır bir şekilde eleştirir: “Sadece faiz ve ğarar (bilinmezlik ve belirsizliğin oluşturduğu risk) barındıran işlerden kaçınmak yeterli değildir... İş yapmak ve kâr elde etmek dünyaya bütüncül bir bakışla gerçekleştirilmelidir.” Sayfa 252
Bir kurumun, meşruiyet kaynağı, tarihi kökleri, ortaya çıkış sebebi ve amaçladığı sonuçlar bilinmeden; sadece büyütmeye çalışmak, her zaman en iyi sonucu vermeyebilir. Devam edeceğiz.