Biraz mehter versene

Zaman zaman her düzeyde vurgu yapılmadan edilemiyor: “Kültür-sanat meselesi önemli bir mesele.” Kolay bir yargı, çünkü neredeyse mahalle muhtarı da yeri geldiğinde bir ezber gibi yinelemeye hazır bu cümleyi. Kolay olmakla birlikte yersiz değil bu cümle.

Ama, “Nerede birisi kültürden bahsetse elim gayr-i ihtiyari tabancama gidiyor” diyen adamlar da var.

Bu meselenin bilindiği üzere turizmle lehimlenmiş bakanlığı bile mevcut, demek ki mühim mevzû. Kültürlü toplum bir özlem, sanatla uğraşan bireylerin inkişafı ve evrensel zincire eklemlenmesi bir ideal. Ama her nasıl oluyorsa çekmediği kalmayan da edebiyatla, düşünceyle, sanatla uğraşan insanlar. Ya eve götürecek ekmekle boğuşur, ya birilerinin hışmına uğrar, ya anlaşılmaz, ya resim yapacak malzemeyi alacak para bulamaz, ilah…

Ama işte sanatın hemen bütün şubeleri, bu şubelerin disiplini içinde yürüyen sanatçılar bu hayatı biraz daha dayanılır kılmak için uğraşır durur.

“Şiir neye yarar? Çiçekler neye yararsa ona.”

Bazan dilinizden bir şarkı yükselir, siz de şaşırırsınız. Bazan bir dizeyi mırıldanırken bulursunuz kendinizi. Neden acaba?

Hasan Aycın! Ne diyor yıllardır o bitimsiz siyah beyaz dünyasının içinden, merak ettin mi? Onun albümlerine bakarken bile yakalanacağın baş dönmesi için hazırlıklı mısın?

Sezai Karakoç! Sürekli İslam dünyası için düşünce üretmiş, çok boyutlu analizler yapmış, alabildiğine geniş perspektifli okuma, algılama, yorumlama seviyesiyle birkaç nesle mektep olmuş büyük şairimizin yalnızca şiirleri bile bu ülkeyi onurlandırmaya yeter. Ama bil bakalım ne oluyor?

Hüseyin Hatemi! Bir hukuk dehası. Hukukun birkaç ana bilim dalında üstdüzey birikim sahibi. Ayrıca biraderi Hüsrev Hatemi gibi şair. Ama sorun bakalım, akademik hayatında nelerle uğraşmak zorunda kalmış, nelere maruz bırakılmış.

İsim çok, mevzû can sıkıcı. Mehmed Âkif’in, Necip Fazıl’ın, Âkif Emre’nin, Mirzabeyoğlu’nun, Serdengeçti’nin, Hattat Hâmid Aytaç’ın yaşadıklarını biliyoruz. Başka çevrelerden başka yazar, şair ve sanatçıların da.

Ama şey, kültür çok önemli.

Hadi kültür yapalım. Eee, içine biraz da beton koysak ayıp olur mu?

Şuraya biraz mehter, şuraya az granit, burada biraz tezhip, şuraya da bir elif kondurduk mu!... Ya Mozart? Aaa, olmaz mı canım, 25. Şeyden hemen bi’ kuple ekleyiver.

İhalede hallolur bu kültür meselesi, tamam mı? Tamam.

Varsın akmasın çöplük olarak kullanmalara, yerin altına gömmelere doyamadığımız canım İstanbul çeşmeleri.

Belki bir gün hep birlikte icrâ-i ahenk eyleyerek söyleriz; su akar kültür kültür/mendilim dolu kültür/yeri göğü yaratan/bir gün bizi de kültür.

Bak, birazcık kültüre bile dayanamadın, başın ağrımaya başladı. Böyledir bu işler.

ANONS

Bu kış kültür gelebilir!

Demircikulu Yusuf’un Niyazı

Adımı sanımı elbette tarihte okumuşsunuzdur. Bana Demircikulu Yusuf derler. Sütbesüt İstanbulluyum. Hâlen Tophane’de Kılıç Ali Paşa Câmiinin karşısındaki sokak içinde Kurtoğlu Karabaş Mustafa Ağa’nın vakfı olan küçük bir mescidin haziresinde mihrabın önünde yatmaktayım. Burası semtin orta halli kimselerinin alışveriş ettikleri canlı, hareketli bir çarşıdır.

Vaktiyle top döküm ustalarından Timurcu Ağa diye meşhur ocak ağalarından birinin hizmetine verilmiştim. Cihat yolunda, hak uğrunda demir döğüp top döktüğüm için ocaklı arkadaşlarım bana Demircikulu dediler.

Her sabah karanlığında Besmele ile Tophane’de ocak başında toplanır, gülbank çekerek Allah’a dualar eder, ocağı ateşler, akşamlara kadar demir döğüp Tuna boylarında serhatlerdeki gazilere top yetiştirirdik. Akşam namazını kıldıktan sonra, lokma edip mahallemizde oturan Derviş Mehmed’den yazı meşketmeye giderdim. Süleymaniye’nin kubbesinde gördüğünüz ve ele güne karşı övündüğünüz o muhteşem Nur Sûresini Allahu nurussemevati vel’ ard yazan Karahisarlı Ahmet Çelebî, hocamın hocasıdır. Hocam ondan, ben de hocamdan el aldık. Öyle ki, Allah’ın inayetiyle az zamanda Anadolu ve Rumeli’nin tahsin ve aferinine mazhar oldum.

Tophane semtindeki Kılıç Ali Paşa Camii yapıldığı zaman câmiin çinileri üzerindeki yazıların benim tarafımdan yazılmasını arzu ettiler. İnsan gövdesini andıran, şahlanıp yürüyecekmiş gibi görünen celî yazıları (Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali) demir döğmekten, balyoz sallamaktan kaskatı nasırlaşmış parmaklarımla ben yazdım. O muhteşem kelime-i tevhidi ben çektim. Mesela bunlardan Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleri’nin câmi-i şerîfinde kayyımhane penceresi hâricinde duvardaki Fetih Hadis-i şerifini ben yazdım. Yaşadığım tarihlerde resim yapanları kınamasaydılar ben şimdi dünyanın hayran olduğu Raphael’lere, Rembrandt’lara evvel Allah taş çıkartırdım.

Şimdi ben Demircikulu Yusuf’un siz hemşehrilerimden bir niyazı var. Bizden evvel ve bizden sonra gelip geçenlerden birçoğunun mezarları ortalıktan silindi, süpürüldü, nâbedid oldu. Yahya Efendi gibi bir büyük şâirimizin bile Fatih’teki kabri kazaya uğradı. Köşede kenarda kaldığım için benim de bilmeyerek başıma böyle bir kaza gelmesinden, bir tek taşından başka nişanesi kalmayan mezarımın yok olmasından korkuyorum. Ecdadını seven, tarihine bağlı asil bir milletin çocuklarısınız. Beni ayak alkında bırakmayıp kollayın.

Bâki buradaki bütün gazi ve velîler, şehit şühedâ kafilesi, aziz Türk milletinin muvaffakiyetinin devamına dualar ediyoruz.

İmza/Elhâc Demircikulu Yusuf

A. RagıpAkyavaş- Üstad-ı Hayat -II- TDV yayınları

19-01/11/ekran-resmi-2019-01-11-232524.png

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum