Hukuk

İzleyenler belki hatırlayacaktır, Şeytanın Avukatı adıyla izlediğimiz ve kendi eleştirel mantığı içinde son derece başarılı filmin son sahnesinde kahraman şöyle bir şey söyler: “İnsanlığın yeni dini artık hukuktur!”

Bu ideal bir hukuk talebini değil, hayatımıza yön veren, belirleyen, sınırlayan karmaşık ve teknik yasalar dizisinin artık geri dönülemez biçimde bizi kuşattığını anlatmaya çalışan bir cümledir.

Bu cümle, ilâhî dinlerin vaz ettiği adalet ve merhamet içerikli yaklaşımın dışında; teknik, soğuk, karmaşık, uzman bir hukuk teknisyeni olmadan içinden çıkamayacağınız bir labirent sistemi olan hukuk düzenine dikkat çeker.

Benzer bir durum profesyonelleşmiş, endüstrileşmiş uzman ve aygıtlardan oluşan tıp sistemi için de geçerlidir.

Adalete ve şifâya ulaşmak artık çok da kolay bir şey değildir. Bir yığın formaliteyi bilmeniz ve aşmanız gerekir. Tam da ihtiyacınız olan bir şeye ulaşmak için harekete geçtiğinizde karşınıza ‘sistem’ çıkar. Haklı olmanız veya acı çekmeniz hiçbir şeye yaramaz. Hak arama bilgi ve usulü için sistem size yardım etmez, siz onun için ayrıca çaba sarfetmek ve profesyonel bir yardım almak zorundasınızdır.

Şimdi mesela Amerikan mahkemelerinde görülen Rıza Sarraf davası var. Aynı şahısla ilgili bir mahkeme süreci de İstanbul’da başlatıldı.

Amerika’daki mahkeme kararının buraya nasıl yansıyacağı, sonuçlarının ne olacağı üzerine yoğun tartışmalar yaşanıyor. Tartışmanın bir başka boyutu, Amerika’da verilen bir mahkeme kararının burada tanınıp tanınmayacağı meselesi. Karmaşık bir hiyerarşiye dayanan ulusal ve uluslararası bankacılık ilişkilerinin kurallarına göre bunun mümkün olacağını söyleyenler de var, mümkün değil diyenler de.

Diğer taraftan siyasetçiler konuyu bambaşka açılardan görüyor. ‘Kiminle ticaret yapacağımıza biz karar veririz, Amerika’daki mahkeme kararı bizi ilgilendirmez’ çıkışı da var, oradan aleyhte çıkacak bir mahkeme kararını dört gözle bekleyen ve bundan bir zafer kazanmış gibi sevinecek siyasetçi tipi de.

Nedir? Şudur: Bugün can yakmak için öyle çok da zahmete ve masrafa girip ordular, uçaklar sevketmek yerine, ‘hukuk’ marifetiyle de benzer yıkıcı sonuçlar almak mümkündür. İkisinin ardında da aynı hedefe yönelmiş ‘güç’ vardır. Amaç ve hedef aynı, sadece kullanılan enstrüman farklıdır.

Başına ‘güçlünün’ bombası yağmış kimsesizler için bu dünyada mahkeme kurulduğunu pek göremesek de; güçlü ve güçsüzler, iyi ve kötüler, hakikat ve yalanlar için kurulacak Büyük Mahkeme hiç uzak değil. Birden! Adalet!

Mektub 21

Kış geldi, fakat yağmurların ardı gelmedi. Hem esiyor, hem serpeliyor. Köprüde, Yeni Câmi kemeri altında, Tünel’e girerken, tramvaya binerken, Kadıköy vapurlarından çıkarken, Bonmarşe’ye giderken, yaya kaldırımlarında yürürken, şemsiye karambollerinden çektiğimin haddi hesâbı yok. Şemsiyem başkasınınkine çarpmasın diye dikkat edenler ötekinin berikinin ayağına basıyorlar. Hafif bir inilti hâsıl oluyor. İlle nasırlı olanlar, bir de tek ayak üzerinde garip bir dans yapıyorlar. Şemsiyeler birbirine çarpınca, uç demirleri sivri olan ötekine takılarak insanın bağrına basılmışa benzer bir cayırtı işitiliyor. Çehreler azgın, dargın, kırgın; şemsiyesi yırtılan, sanki kendisi dikkat ediyormuş gibi söyleniyor. Yırtan, arkasına bakmadan ve bu didişmede tam bir üstünlük kazandığından dolayı, yürüyüp gidiyor. Bu patırtı arasında kukuleteli olanlar, gözlerini yere dikmiş olarak, yağmurlukların takışmasından korka korka yürüyorlar. Bir hâl ki, târif edilemez.

Şemsiyenin ok gibi te’siri olduğunu, daha geçen gün nefsimde tercüme ettim. Köprü’de, Galata Kulesi’nin açtığı vâdiden doğru gelen rüzgârı bilmeyen yoktur. İşte o rüzgârın devamlı estiği sırada, nasılsa oradan geçiyordum. Birden bire göğsüme bir şemsiye saplandı. Müthiş ürkerek çekildim, yere düştü. Fakat karşımda biri, elinde bir kiraz sap olduğu hâlde, hayran hayran bana bakıyordu. O zaman anladım ki, şemsiye natürel sap imiş. Geçtiği demirden rüzgârın itişi ile ayrılıp uçuvermiş. Fakat şemsiyenin, gövdesi benim gövdemden kurtulunca, gösterdiği devir hareketi seyrine doyulacak manzaralardan değildi. (…) Ahmed Râsim-Şehir Mektubları I- MEB yay.

Atina'da ne konuşulacak?

Birkaç gün içinde gerçekleşecek Atina ziyaretinde ne konuşulacak dersiniz? Konuyu İsrail, Grek, Türkiye bağlamında düşünen bir dost ihtimalleri şöyle sıraladı:

l İşgâl edilen 18 adayı.

l Greklerin aşırı silahlanmasının kime karşı olduğunu.

l Batı Trakya Türklerinin Müslüman azınlık olduğunu.

l Ege kıta sahanlığı meselesini.

l Atina’da câmi meselesini.

l İsrail ile askerî işbirliğini

l Blue flag tatbikatını.

l Göçmen ve mülteci meselesini.

l FETÖ’cüler ve Atina bankalarındaki paralar.

l Hiçbiri.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum