Uzaya bir ki!

Önceki akşam, aya ilk ayak basıldığı günkü kadar olmasa da hafif bir patırtı koptu gezegenimizde.

O yıl aya ayak basıldığına dair şüphelerin hâlâ telaffuz edildiği günümüzde, uzaya otomobil gönderilmesi biraz hafif mi kaldı, ağır mı, henüz ölçülemiyor.

Elon Musk uzaya üç roket fırlatırken İsrail de aynı gün Şam’daki araştırma merkezine füze saldırısı düzenledi. Nasıl ama?

Bir yanda işte devrim çığlıkları, diğer yanda zulüm rampaları dip(!) yapıyor.

Efendim o araba uzaya gitmemiş. Sıfır sürtünme ve yıpranma ortamında saklanmak üzere geleceğe gitmiş.

Roket motoru arabada denenmiş ve hız sekiz kat artmış. Bu hız tutkusu hiç bitmedi mâlum. Yine de insanlık ve insan daima geç kalmayı sürdürüyor.

“İstikbâlimiz adına birileri şu Elon Mask denen adamı durdursun” diye çığlık atan da vardı, Azerbaycan’dan “Elon Muska deyiblər ki, Marsa enəcək olan avtomobili istehsal etməkdə məqsədiniz nədir. Deyib, əsas odur ayağımızı Yerdən götürsün.” diyen de...

Velhâsıl insanoğlu arada bir bu kâbil gümbürtü, curcuna, havai fişek gösterisi gibi şeyleri sever, seviyor. İçi süper bilimsel olsa da olur, alayın çorba kazanı gibi boş olsa da olur. Zulme çare mi buluyorsun, yeni zulüm imkanlarının kapısını mı aralıyorsun, soru biraz da bu.

İlerleye ilerleye geldiğin yer neydi, iki dünya savaşındaki toplam ölü sayısında gördük ey insanoğlu.

Şimdi her gün mahallemizden kalkan dolmuşlarla uzaya gidip gelsek ne olacak? Oradan dünyaya bakıp çekirdek mi çitleyeceğiz, selfi mi yapacağız, uzay kebabı ve diğer galaksi menülerini taam edip orada henüz sosyal donatılar olmadığı için muhtelif ihtiyaçlar için dünyaya mı döneceğiz? Yoksa bilemiyorum ki tereddütsüz oranın da içine etmekte bir beis görmeyecek miyiz?

Geçen hafta Sen Nehri taştı ve Paris’i su bastı ve fareler şehirde şöyle bir göründü. Arz ederim hiç yeri gelmemişken.

KALDIRIMDA KİTAP

Dün, Salâhaddin Güngör, “Kitap Morgu” adlı yazısında, hemen her köşebaşında beliren kitap sergilerinden bahsederken, “Buralarda öyle değerli, öyle aranmakla bulunmaz kitaplar var ki” diyordu, “İnsan bunların bir bardak Hamidiye suyu pahasına nasıl olup da satıldığına şaşar.”

Türkiye’de kitap kadar hakarete uğrayan hiçbir mal yoktur. Hamidiye suyu değil, izmarit, kirli, paçavra, eski kundura, boş şişe, hatta molozların içerisinden çıkarılan kırık tahta veya demir parçaları bile, sırasına göre, ham maddesinin tartısından fazla fiyat ve alıcı bulurlar; yalnız kitap, kör olası kitap, adı batası kitaptır ki, yerlerde köpek tersiyle bir hizada, altına bir bez parçası bile yayılmadan pazara çıkarılıyor. İlmine, edebiyatına tabanlarıyla bir sırada yer veren ve kafasının gıdasını ayak altında süründüren bir memlekette kitabın, bakkal dükkânlarında hiç olmazsa bir iki metre yüksekliğe asılan süpürge kadar da haysiyeti kalmamış demektir.

Yeni ve eski harf, büyük ve küçük muharrir, doğu ve batı eseri, telif ve tercüme, yazının, imzanın ve kalitenin her türlüsü ayak altındadır.

Vatandaş! Bu faciada bir düşman istilâsı kadar korkunç bir tehlike gizlidir. Vatandaş! Kitabı yerde sürünen bir miletin bütün kalkınma hamlelerini büyük felâketler kırar. Vatandaş! İyi, kötü, kıymetli, kıymetsiz, telif, tercüme, ne olursa olsun, bu kitaplardan payına düşeni al, yorganını sat, fakat al, onları yerden kaldır! Peyami Safa-Tan, 23 Temmuz 1935

ANONS

18-02/08/kar13-mevlana.jpg

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum