Çocuklarımızı biz mahvettik
Türkiye’de nesiller arasındaki uçurum inanılmaz derecede artmış durumda. İnançtan genel ahlaka, hemen her konuda dün kabullenilemeyecek pek çok durum maalesef normalimiz haline geldi. Bu değişimi sadece dış etkenlere bağlamak büyük yanılgı olur, bizim neslin bu konuda çok büyük vebali var.
Özellikle 80’li 90’lı nesillerin yaptığı büyük hatalar nedeniyle çocuklarımızla aramızdaki uçurum geçmişte hiç olmadığı kadar açılmış durumda. İçinde bulunduğumuz çağın teknolojik seviyesi de bunu katmerleştiriyor.
Burada geçmiş nesiller daha yakındı derken olumlu bir anlamda söylemiyorum. Kastım bir denge tutturamamamız. Şöyle bir geriye dönüp baktığımda bizden önceki nesillerde çocuk sevgisinin içeriğinin çok farklı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bizim nesil ise kantarın topuzunu çocuklar lehine kaçırdı.
Benden büyük ve benimle yaşıt olan nesil daha çocuk olamadan büyümeye zorlanmıştı.
Çocuklar, çoğu kez çocuk olmaktan ziyade ebeveynleri için bir sigorta olarak görülürdü. Nadir sayıda çocuğun keyfince bir hayat sürme şansı olurdu. Erkekler gelecekte evin direği olacak ve büyüklerine bakacak kimselerken, kız çocuklarına ise biraz ayaklandıkları andan itibaren ev hanımı muamelesi yapılır ve yarın evlenip gittiklerinde evinin işini kendisinin göreceği, buna hazırlıklı olması gerektiği telkin edilirdi. Geçmiş nesillerin, şehirde ise daha ilkokul çağından itibaren para kazanmak için irili ufaklı girişimleri, köyde ise mutlaka mal davar gütmüşlüğü vardır.
Yeni nesil ise yıllarca büyükleri tarafından finanse ediliyor.
Bizler çocukluğumuzu gerek sosyal ve gerekse ekonomik şartlar dolayısıyla çok yaşayamazken, şiddet de hayatımızın doğal bir parçası idi. Bazen espri ile söylenen; karakolda aynanın olduğu, evde ana babadan, büyüklerden, sokakta diğer çocuklardan, okulda öğretmenden, askerde çavuştan, kadınsan eşten dayak yemenin hayatın günlük rutinleri içinde yer aldığı bir dönem.
Ailelerimizle ilişkilerimiz tüm bu rol dayatmaları ve çarpıklıklara rağmen görece daha güçlü idi. Çünkü ayrı kompartımanlarda seyahat ediyormuş gibi olsak da büyüklerimizle daha fazla ortak mesaimiz olurdu.
Radyo döneminde tüm aile ister istemez ajans saatinde bir arada olur, birlikte radyo tiyatrosu dinler ve bazı programlara kulak kabartılırdı. Televizyon geldikten sonra da başta çok bir şey değişmedi. Akşam haber saati ya da diziler, filmler, eğlence programları birlikte izlenirdi. Anneler çoğunlukla çalışmadığı için akşamları eş dost, akraba ziyaretleri rutin tekrarlardı ve çocuklar da bir köşeden büyüklerin sohbetlerini dinlerdi.
80’li yıllarda biraz aklı yeten her çocuk İran-Irak Savaşından, Afganistan’daki Rus İşgalinden vs. haberdardı (Gerçi yanı başımızda konu komşu olduğumuz insanların yaşadıklarından da -sansür nedeniyle- bir o kadar habersizdik). Bugün Ukrayna’da, Suriye’de savaş olduğunu, Filistin’de tüm dünyanın gözü önünde bir soykırım yaşandığını bilmeyen veya umursamayan ben merkezci bir nesil yetiştiriyoruz.
Aile bağları, konu komşu ilişkileri geçmişle kıyaslanamayacak derecede sınırlı. Kardeşler evin içinde kuzenler misafirlikte birlikte bir şeyler yapmak yerine internette vakit geçirmeyi tercih ediyor. Misafirliklerde, çoluk çocuk gidilmişse daha beşinci dakikada internet şifresi istenmek zorunda kalınıyor. Çünkü, çocukları ne kendi sohbetimize dahil etmek mümkün oluyor ne de kendi aralarında oyun oynamalarını sağlayabiliyoruz. Somurtup bir köşede durmalarındansa sanal alemde dolaşmalarına razı oluyoruz.
Dahası okul çağı ile birlikte at yarışı gibi afaki bir gelecek için sınavlara hazırlarken ne doğru düzgün bedensel faaliyetlerde ne de zihinsel faaliyetlerde yer alabiliyorlar. Sürekli soru çözen, ders çalışan ve onun dışında internette dolaşan bir nesil. Birde bunların üstüne tepeden tepeden biz şuyuz, biz buyuz derken sürekli söylediklerinin aksini yapan biz büyükler.
Kaydır geç nesli dediğimiz bu çocuklar sosyal medya üzerinden her gün yüzlerce anlık görüntüye maruz kalırken, burada gördükleri ile bizleri çoğu kez sessizce yargılıyorlar. Bütün bunların üstüne “biz yaşayamadık onlar yaşasın” mantalitesi ile olan biteni kavrayamayınca da ortaya geleceğin saatli bombaları çıkıyor. Madem dünyaya getirildiler, istekleri de olacak.
Geçen gün kızımla eve dönerken lüks sayılabilecek bir mekanda babası ile oturan bir erkek çocuk dikkatimi çekti. Baba masanın bir köşesinde elindeki telefonla uğraşırken 11-12 yaşlarındaki oğlu da diğer köşede lakayt bir şekilde ayaklarını –insanların oturabileceği- bir başka sandalyenin üstüne koyarak kaykılmış ve telefonu ile oynuyordu.
Eminim ki, o baba hayatı boyunca babasının karşısında, milletin ortasında o lakaytlıkla hiç oturmadı. Bu tür davranışların ayıplandığı bir ortamda büyüdü ama oğlunun bu halini kanıksadığı için yada güya onun öz güvenini kırmama adına sesini çıkarmıyor ve maalesef o çocuk yarın bir sürü problemle karşısına geldiğinde kendisinin ve çocuğunun hatalarını görmek yerine suçu hep başkalarında arayacak ve gerçeklerle yüzleşmeyecek.
Bugün okullarımızda çocuklara yere attığı çöpünü bile aldıramıyorsak ve bu istendiğinde çocuktan önce analar-babalar ses yükseltiyorsa, vay halimize diyerek nokta koyalım, vesselam.
