Çöken Batı’nın gölgesinde

Türkiye ilginç bir ülke, sürekli bir şekilde kapitalizmin ve Batı’nın çöktüğü üzerine birbirimize hikayeler anlatıyoruz. Çin’in yükselişinin insanlığın hayrına olduğunu düşünen ama açıkça dillendiremeyen bir kesim bile var. Halbuki Çin kapalı ekonomik çarklarını Kapitalist dünya ile yarışmak için sonuna kadar kullanıyor ve bunu yaparken de ortaya hiç de insani bir rejim koymadığını bütün dünya biliyor ama bilmezden gelmek maalesef moda. 

Çin büyük nüfus potansiyeli ve çok ciddi yatırım yaptığı beyinleri ile dünya ile yarışıyor çünkü orada insan hayatı da emek de inanılmaz derecede ucuz ve kontrol altında. 

Emeğin tek başına ucuzluğu bu büyük çıkışı anlatmıyor tabii ki; yarı kapalı Çin ile yabancı yatırımcılar arasında kurulan ilişki de görece çok sağlam ve çok karlı. Yatırımcılar için yatırım yaptıkları ülkelerde kısa-orta ve uzun vadede nelerin olup-ol(a)mayacağını bilmek çok önemli bu nedenle Çin’in despotik yönetimi onları çok da ilgilenmiyor, önlerini görebilmek yetiyor. 

Buradan bizi niye terk ettiklerini düşünmek lazım! 

***

Hamaset için değil de bir şeyler öğrenmek için birazcık tarih okumuşsanız görürsünüz ki tarih boyunca ticaret hep en önemli faaliyet alanı olmuş ve korkunç savaşlar döneminde bile bu faaliyetlere ara verilmemiştir. Bu durum savaşan taraflar için bile geçerli idi. 

Kudüs üzerinden acı çektiğimiz bu günlerde belki de çarpıcı bir örnek olabilir: Selahattin Eyyubi ile Haçlılar Kudüs için savaş halinde iken Doğu-Batı arasındaki ticaret kervanları yollarına devam etmiş ve savaş dışında tutulmuşlardı. Hatta tarihi kayıtlar gösteriyor ki, savaş sırasında Hristiyan tacirleri soymaya kalkan kimseler bizzat Selahattin Eyyubi tarafından en ağır şekilde, ibret için cezalandırılmıştı. 

Çok uzak geçmişteki Türk-Çin ilişkileri de muhtemelen kısmen böyleydi. Bir yandan yağma akınları yapılırken bir yandan da ticari faaliyetler için orta yol aranıyordu. Kavimler göçü ile Batı’ya akan Türk toplulukları ve liderleri de uzun vadede akın-yağma faaliyetlerinden ziyade daha çok ticareti geliştirmek için yollar arıyorlardı çünkü yağma faaliyetleri hem tehlikeli ve hem de sürdürülebilirlikten uzaktı. Sürekli bir gerginlik ve çatışma halinin sonu uzun vadede ağır bir yıkımla sonuçlanıyordu. 

Osmanlı akıncılarını köklü bir şekilde Balkanlara yerleştiren de tam anlamıyla bu sınırın doğru şekilde çizilmesi idi. Akıncılar ile yerliler arasında sağlıklı bir denge üretilmiş, fatihler daha çok boş ve terkedilmiş mıntıkalara yerleştirilmiş; üstüne bu toprakların çok da yabancısı olmadıkları bir hukuki düzen inşa edilmişti. 

Bu yeni düzen aslında bölgenin çok da yabancısı olmadığı bir geçmişi hatırlatıyordu. Osmanlıyı 400 yıl boyunca orada dimdik tutan güç o toprakların bir zamanlar şahit olduğu Pax Romana’nın (Roma Barışı) Pax Ottomona (Osmanlı Barışı) olarak yeniden tesisi idi. Böylece asırlarca Müslim-gayrimüslim tebaanın bir arada birlikte yaşamalarını temin eden güçlü bir hukuk düzeni inşa edilebilmişti. 

Ne zaman ki Pax Ottomona çalışamaz hale geldi; değişen ve dönüşen dünyanın sorunlarına ve beklentilerine cevap verilemez oldu, çatırdama başladı ve düzen çöktü. Kurulu düzen o kadar eski ve köklü idi ki yıkılışı bile 200 yıl sürdü. Maalesef Osmanlı aydınları bu çözülmeye karşı yeterli bir çözüm üretemediler. Var olan şans da cihan harbine balıklama atlanarak kaybedildi. 

Cumhuriyet de bu çöken düzenin küllerinden doğdu, doğarken yaşanan travmaların izleri geride neredeyse bir yüzyıl bırakmamıza rağmen hala zihinlerimizde çok canlı bir şekilde yaşıyor. Bu da bizlerin gerçek dünya ile sağlıklı bir ilişki kurmamızı engelliyor. 

Hala dış politikaya duygusal yaklaşmaktan kendimizi alamıyor ve bütün dünyayı kendimize düşman görüyoruz. Yapılması gerekenleri aslında biliyoruz ama yapılması gerekenleri açıkça konuşabilecek cesaretimiz yok. Çünkü, bizim topraklarımıza serbest düşünce asırlardır yabancı. 

Batı çöküyor derken aslında kendi çöküşümüzün ne denli derin olduğunun bile farkında değiliz. Çöken Batı demokrasilerindeki çökmüş kurumların çökmüş seviyelerinden bile fersah fersah uzakken sevinç çığlıkları atıyoruz. 

Sevinç çığlıkları atmanın hiçbir manası olmadığını sanırım benim ve benden önceki kuşak çok iyi biliyor olmalı. Bugün hala siyasete ve ülkeye yön veren tüm kadrolar çökmez denen SSCB’nin çöküşünü bizzat gördü ve yaşadı. 

SSCB’nin çöküşünün üzerinden 30 yıldan fazla zaman geçti, peki biz ne kazandık? 

Doğan boşluğu kim-kimler nasıl doldurdu? 

Çöken düzenin yerine DOĞRU bir şeyler koyabilmek lazım. Madem bugün Batı çöküyor, bizim doğacak boşluğu doldurabilmek için elimizde neyimiz var, hiç düşündünüz mü? 

Çin’e (Rusya’ya) mi öyküneceğiz yoksa yeni bir hikaye mi yazacağız, ne dersiniz?!.. 

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum