İsrail dersleri
Ortadoğu haydut bir devlet yüzünden kan gölüne dönmüş durumda ancak yanı başındaki onlarca Müslüman Arap Devletinin hiçbir etkin tepki göster(e)memesi ise çok daha vahim bir durum.
İran Rejimi ve mezhepsel farklılığının (bölgesel iç çekişmelerle beraber) İsrail saldırganlığı karşısındaki bu suskunlukta ne kadar rolü var üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir konu. Maalesef Müslümanlar mezhepsel gerilim noktasında Orta çağ Avrupa’sını aratmıyor. Örneğin, Yemen’de ölüm kusan Suudi Arabistan savaş uçaklarının mühimmatı bizden gidiyor. Filistinli çocukların ölümüne duyduğumuz kederin binde birini bile Yemen’de öldürülen çocuklara karşı nedense (?) duymuyoruz.
İran’ın İsrail saldırılarına karşı misillemesinde Ürdün’ün güvenlik gerekçesi ile İran füzelerini ve İHA’larını durdurmaya çalışması maalesef tek kelime ile Müslümanların içinde bulunduğu sefaleti göstermeye yetiyor.
İsrail yıllardır Gazze’de beşikteki bebeğe kadar çoluk çocuk, kadın erkek demeden sivilleri katlederken Netanyahu’nun “Kadınların, çocukların ve masum sivillerin katledilmesinin bedeli çok ağır olacak ve bu bedel çok yakında ödenecek.” açıklamaları ise lügatteki en derin anlamları ile şeref ve haysiyet yoksunluğundan başka bir şey olmasa gerek.
Yapılan bunca aşağılıklığa rağmen Batı’nın güçlü devletlerinin –ahlaksızca- İsrail’in yanında durmalarını belki bir nebze anlayabiliriz ama Müslüman devletlerin cirimleri kadar dahi yer yakamamaları ise insanı kahrediyor.
Tarih bizlere Müslümanların kendi aralarındaki iç çekişmelerinin nelere mal olduğunu açıkça göstermekte. Timur, Altınorda Devletini yıkan saldırılarının sonucu gelecekte Çarlık Rusyası gibi bir belayı Müslümanların başına musallat edeceğini sanırım hiç düşünmemişti. Ya da Osmanlı Kırım Hanlığının elini kolunu bağlayarak Çarlık Rusyasının gelecekte en büyük düşmanı olacağını öngörememişti.
İran’a karşı mezhepsel gerilimin Müslümanları körleştirmemesi gerekiyor. İsrail’in her geçen gün güçlenmesi ve mahallenin eli sopalı kabadayısı gibi davranmasının ilerideki sonuçları çok daha vahim olabilir. İsrail bütün bir coğrafyayı ve dünyayı savaş alanına çevirmeye çalışırken dünyanın bu kabadayılığa yeterince ses çıkarmamasının sonuçları Rusya-Ukrayna Savaşından bile daha ağır sonuçlar doğurabilir.
Bu vurdumduymazlık Ortadoğu coğrafyasına çok uzak ülkelerde bile derin ekonomik krizlere yol açabilir ve küresel bir ekonomik krize de yol açabilir. Dünya ekonomisinin küçülmesi ve daralması ise refah içindeki devletler içinde ekonomik sorunlar anlamına gelmektedir. Kelebek etkisi gibi tüm dünya ve bizim için de yıkıcı sonuçları olabilecek bir krize kapı aralayabilir.
Daha vahimi. son 20-25 yıldır tüm dünyada insan hakları ve özgürlükler açısından bir geriye gidiş var. Tüm dünya çılgın gibi silahlanıp ekonomik kaynaklarını silaha yatırırken halklar ise fakirleşiyor.
İsrail’in, Rusya’nın ve pek çok devletin saldırgan tutumları da bu yatırımların artmasına yol açmakta ve hemen her yerde önceliğin güvenlik konseptine verilmesine yol açıyor. Batı’nın Türkiye özelinde özellikle savunma konularındaki örtülü ambargolarının bizi getirdiği nokta da bu açıdan önemli.
Son 20 yılda savunma sanayisinde attığımız adımların ne denli önemli olduğu da İsrail’in bu son saldırıları ile iyice ortaya çıkmış durumda. Ekonomik gücümüzü ve sanayimizi savunma sanayii ile entegre etmek ve bir çeşit kazan kazan yaratmak mecburiyetimiz var. Aksi takdirde Sovyetler Birliği’nin düştüğü açmaza düşebiliriz.
Daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi tüm dünya güvenlik konseptine dönerken bizim de bundan geri kalmamız beklenemezdi ama gene de itidalli olmakta ve insanımızın kendisini daralmış ve ötekileştirilmiş hissetmesine izin vermememiz gerekiyor.
Bu süreçte İktidara ve Ak Parti, MHP koalisyonuna çok büyük iş düşmekte. Çünkü, İsrail’in İran içinde yaptıkları-yapabildikleri bize de bir uyarı niteliği taşıyor. Güçlü bir Türkiye için hemen her ferdimizi kucaklayacak bir dil ve ortam hazırlamamız gerekiyor.
Bu açıdan Kürt meselesini terörden azade kılmak, Alevilerinin ötekileştirilme sorunlarını çözmek, kendisini öteki hisseden tüm grupları kucaklayacak adımlar atmak, hukuka güveni sağlamak güvenlik konsepti içinde güçlü bir devlet inşa etmenin ön şartlarından biri olduğunu hepimizin idrak etmesi gerekiyor.
Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi “bir olmak, diri olmak, güçlü olmak” istiyor isek bunu yapmak zorundayız.














