Siyasetin ettikleri
Türkiye gerçekten yorucu bir ülke, çünkü orta ve üstü yaş grubu ile siyaset dışı konuşmak nerede ise imkansız. Gittiğiniz hemen her ortamda konu hızla siyasete kayıyor ve siz de ister istemez bu havanın etkisinde kalıyorsunuz.
Düşünsenize “Sularda sorun var” deseniz anında konu siyasetin o sığ ve boğucu havasına teslim oluyor ve bu orta-üst yaş grubunun iflah olmaz bir hastalığı var: TV seyretmek.
TV seyretmek ama nerede ise 24 saat haber ve tartışma programları izleniyor. Zaman zaman maruz kaldığım bu işkencede ise gördüğüm şu; yandaş, muhalif fark etmiyor ekran yüzleri hemen hemen hep aynı. Bir kanaldan kalkıp öbür kanala her gün taşınıyorlar. 15 dakika önce X Kanalında gördüğünüz arkadaşları yarım saat sonra Y Kanalında görme şansınız çok yüksek. İçlerinden bazıları da çok usta her kanalın izleyicisine göre kelam okuyorlar.
Aslında halka, program arkalarının izletilmesi lazım, çünkü asıl görüşler o sohbetler sırasında ortaya dökülüyor. Vakti zamanında bizim de çok olmasa da çıkmışlığımız oldu.
Bir gün çok izlenen bir kanalda kelli felli konuklarla birlikteyiz. İstanbul trafiği malum olduğu için kanala erkenden gittim, konuklar da orada. O günün mevzuları üzerine muhabbet ediliyor, politikalar değerlendiriliyor, şöyle böyle olmalı diye konuşuluyordu.
Makyaj vs. derken program saati geldi ve herkes yerini aldı. Modaretörün anonsu ile program başladığında büyük bir şaşkınlığa uğramıştım çünkü konukların hiç birisi kuliste konuştukları ile alakalı şeyler konuşmuyor tamamen başka başka fikirler beyan ediyorlardı. Yaş itibariyle en gençleri ben olduğum için konuşma sırası bana gelene kadar olayı hazmetme şansımız olmuştu da ben de kendi gündemimi konuşabilmiştim.
Program bittikten sonra hala TV’lerin aranan yüzü bu isimlerden birisine yaklaşarak “Hocam, kuliste bu söylediklerinizin hiç birisini söylemediniz, hep tersi şeyler söylediniz. Bu nasıl iş?” diyerek şaşkınlığımı belirttiğimde, gülerek: “Evladım, sen daha çok genç ve toysun. Zamanla nasıl konuşulması gerektiğini öğreneceksin! Yoksa buralarda olamazsın.” demişti.
“Öğrendim mi?” diye soracak olursanız, öğrenemedim sanırım. Kendimi ne kadar tutarsam tutayım gene eskisi gibi bir noktadan sonra kendimi arıza servisi gibi bulmaktan kaçınamıyorum.
Bu tecrübem nedeniyle de bir iki isim hariç “Bu adam da ne diyor?” diye durup dinlediğim çok az isim var. Dikkatimi çekenler de zaten bir süre sonra bir daha çağrılmıyor.
Birde gençler var.
Gençlerin büyük bir kısmı kendisini siyasetten soyutlamış durumda ama çaresiz bir şekilde de siyasete teslimler. Ebeveynleri ile aynı düşünmeseler bile aynı sularda yüzmek zorunda kalıyorlar çünkü mevcut ekonomik şartlar onların tam olarak kendi ayakları üzerinde durmalarına izin vermiyor. Vermeyince de suyun akışına uyuyor gözüküyorlar. Bu uyum ne kadar uzun sürerse teslimiyet de o kadar kolay oluyor.
Maalesef ekonomik özgürlük olmadan fikri ve vicdanı hür nesiller yetiştirmek kolay kolay mümkün olamayacak. Siyasetin de bu konuda topluma verdiği mesaj ise maalesef çok olumsuz. Gençlerle konuştuğunuzda çok az kısmı hariç işlerin yolunda gittiğini düşündüklerini görüyorsunuz. Büyük bir umutsuzluk ve gelecek kaygısı var. Daha kötüsü pek çoğunun ise bu ülkeden ilk fırsatta gitmek istediğini görüyorsunuz.
Bu bir sinyal olmalı; Türkiye’nin geçmişte gördüğü en başarılı Sağlık Bakanlarından Recep Akdağ (2002-12, 2016-17), bakanlık yıllarında verdiği bir demeçte “Türkiye’nin önümüzdeki 5-10 yılda doktor ihtiyacının azalacağını bu nedenle gençlerin farklı alanlara yönelmelerinin iyi olacağı” ile ilgili bir uyarı yapmıştı.
Yıl 2025 ve Türkiye’de tıp hala çok popüler çünkü son yıllarda sağlık üzerinden büyük bir beyin göçü var. Siyaset, bu tür sorunlarımızı çözmeli ama bizde sürekli sorun üretiyor…
