Ümitsiz gençlik nereye!
Geçen hafta eğitim manzaralarına değinirken kızımın dediği gibi çocuklara biraz haksızlık yaptık sanki.
Mevcut siteme biraz da onların gözü ile bakmak gerekiyor. Ülkemizde hemen her iktidar çocukları öyle ya da böyle kendi ideolojisine göre yetiştirmek istiyor. İşin komiği hemen hiçbir partinin gerçek bir ideolojik alt yapısı yok. İdeolojik olarak milliyetçi(!) çizgiye oturan ülkemizin üç partisinin de aslında içi dolu bir ideolojik duruşları yok ama oy oranları %30’u aşabiliyor.
Türkiye’de sağ-sol ayrımının içinin boş olduğunu aklı başında olan herkes bilir ama gelin görün ki sanki gerçekten bir fark varmış gibi her konuda birbirimizi darlamaktan geri kalmıyoruz. Aslında sağımız da solumuz da –buna HDP de dahil- Kemalizmin farklı renkleri olmaktan öte gitmiyor.
Bu açmazdan kurtulmaya en yakın gözüken İslamcıların son halleri ise içler acısı. Reklam mottosu gibi olacak ama iktidarın nimetlerinin yozlaştıramayacağı hiçbir kesimin ol(a)mayacağını zaman hepimize gösterdi.
28 Şubatçılar korkuları uğruna eğitimi baltalarken Ak Parti de bu işe başka türlü ortak oldu. 4+4+4 sistemini getirerek 28 Şubatçılardan güya rövanş alınırken olan her zamanki gibi çocuklara oldu.
İlkokuldan liseye onlarca seçmeli ders getirip, bunları verebilmek için ders saatlerini arttırarak çocukları dört duvar arasına daha fazla hapsettik. Kademelere göre günlük 5-6-7 saat olan ders saatleri 6-7-8 saate çıkarıldı. Bu kadar saat yetmedi üstüne yok etüt yok destekleme yetiştirme kursları eklendi. Şimdi de kış okulu, yaz okulu diye ekleme yapmaktan geri durmuyoruz.
Eğitimde ölçme değerlendirmenin miladı yanılmıyorsam 1998 yönetmeliği. Ders geçme sistemi öyle bir hale getirildi ki –sınıf tekrarı maliyetli denilerek- çocukların eğitiminde ölçme kriterleri tamamen göstermelik hale geldi.
İşte geçen hafta bir il milli eğitim müdürünün görevden alınmasına yol açan seviyesiz açıklamaları bu anlayışın ürünü. Başarı-başarısızlık ayrımı ortadan kaldırılırken bunun en büyük zararını çocukların göreceği yok sayıldı.
Lise ve üniversite giriş sınavları genelin performansını ölçmekten çok bir avuç başarılı öğrenciyi sıralamak için var ama nedense yukarıda bahsettiğim müdürler ve benzerleri hem öğretmenlerin elini kolunu bağlıyor hem de sıkıştırıp hesap sormaktan zevk alıyorlar.
Ülkemizde gerçek anlamda öğretmenlik görevini –maalesef sadece- ilkokul öğretmenleri kısmen yapabiliyor. Orta ve lise kademesinde öğretmenlerin %90’ı bir nevi çocuk bakıcılığı yapıyor. Çünkü mevcut sistem MEB’in kazanım listesinde sıraladığı yüzlerce kazanımın öğrenci tarafından gerçekte kazanılıp kazanılmadığı ile hiç mi hiç ilgilenmiyor.
Çocuklar adeta engelsiz bir hat üzerinde güya engelli yarışı koşuyorlar ama 8. Sınıfa kadar ciddi bir engelle hiç karşılaşmıyorlar. LGS sınavı ise çocuklara içten içe çok net mesajlar veriyor. Görece başarılı olanlar geleceklerinin çok parlak olacağı zehabına kapılırken, diğerleri ise içten içe başarısızlık hissi ile yola devam ediyorlar. Velilerin lise çağındaki çocuklarına karşı genel ilgisizlikleri biraz da bu sınav sonuçlarından besleniyor.
28 Şubatçıların İmam Hatip hastalığı meslek liselerinin itibarsızlaştırırken Ak Parti ise aşama aşama Anadolu Liselerini seviyesizleştirdi. Şimdi de proje okulu adı altında her yere güya nitelikli okullar açarak proje okullarını da aynı kaderle baş başa bırakmakta. Proje okulları arasındaki uçurum korkunç boyutlarda bir kısmı %1-10’luk dilimden öğrenci alırken bazılarının %50-60’lık dilimden öğrenci alması normal kabul edilebilir mi? Ve aradaki bu devasa farkın farkında olmayan öğrenci ve veliler ise başarılı olduklarını düşünerek büyük hayaller kurarken kabusa uyanıyorlar.
Her dağın başına üniversite açarak da bu kâbusun üstünü örtmeye devam ediyoruz.
Üniversitede dört işlemi doğru düzgün yapamayan gençlerimiz var. Bu durum onların suçu değil ama biz burada da onları geçirerek gerçeklerle yüzleşmelerini hep öteliyoruz.
Meslek edinmeyi o kadar küçümsüyoruz ki herkesi beyaz yakalı ve memur olmaya iten bir sistem kurmuş durumdayız. Sanayilerde 5-10 seneye kalmaz basit tamir işlerini bile yaptıramayacağımız bir sürece girdiğimizi görmek istemiyoruz. Batı kadar da zengin olmadığımız için bozulan her şeyi yenisi ile değiştirmek gibi bir şansımızın yakın bir gelecekte olmayacağı çok açık.
Eğitimdeki beceriksizliğimizin çalışan nüfusun ezici çoğunluğunu asgari ücrete mecbur bıraktığını kavramaktan da aciziz. Üniversitelerin şu an için tek faydası çocuklarımızın sosyalleşmesi, gerisi manasız teferruat durumunda.
Yarattığımız bu boşluğun ilerideki maliyetini düşünmek bile istemiyorum. Ekonomik açmazlar gençlerimizin yurt dışı hayali kurmalarına yol açıyor. Normal şartlarda gençlerimizi yurt dışına çıkmaları ve oralarda başarı kazanmaları bir kazanç olabilirdi ama gidişat maalesef onu göstermiyor. Doğdukları topraklarla gönül bağları zayıflamış nesiller üretiyoruz çünkü çocuklara bir ümit aşılayamıyoruz…