Boza boza bugünlere geldik
Artık, “Tayyip Erdoğan iktidarına kadar..” cümleciğiyle söze başlayacağımız sayısız konu var. Biri şudur ve çok önemlidir: Erdoğan’a kadar, Türkiye’de Tanzimat’tan itibaren gelenekleri bozulmadan gelen üç kurumdan bahsedilirdi. Ordu, Dışişleri ve Maliye, kim gelirse gelsin sıkı kuralları içinde siyasi müdahaleden en az etkiyle devam ederlerdi.
Buralara girmek isteyenler, devlet büyüklerinin yakını da olsalar yeterli görülmezlerse alınmazlardı. Korutürk Cumhurbaşkanıyken oğlu Osman Korutürk, iki kere girdiği dışişleri sınavını kazanamamıştı. Cumhurbaşkanı, hiç kimseyi arayarak oğlumu kazandırın demediği gibi, oğlu da babasından böyle bir talepte bulunmamıştı. Üçüncü defa imtihana girdi, kazandı, iyi bir diplomat ve sonra siyasetçi oldu. İşin yolu yordamı buydu.
Maliye’de de, Askeriye’de de aynı seçme titizliği vardı. Yetersizliğine rağmen kazandırılanlar olsa bile zamanla sistem içinde elenirlerdi. Biz diğer devlet kurumlarının çalışanları onlarla görüşmelerde, toplantılarda özgüvenlerine ve konularına hâkimiyetlerine imrenirdik.
Bu kurumların mensuplarını, geleneklerini tanıyan ve insan odaklı düşünenler, Millî Eğitim’i de bu seviyede sağlamlaştırmanın gerektiğini konuşurlardı. Çünkü her alanda ölçüler edinmiş, kurallara göre hareket etmeyi ilke edinmiş insanlar yetiştirerek yükseleceğimiz açıktı. Karakter sağlamlığı önceliklidir. Sahasında iyi yetişmiş insan profili bu temel üzerinde yükselir. Bu eksiği tamamlarsak memleketin çehresi değişir, derdik.
İyileşme beklerken
Maalesef tersine bir değişme oldu. Bu üç köklü devlet kurumu da hallaç pamuğu gibi atıldı. “Biz geldik” demeyi ancak böyle gösterebilen bir ekibin açılan kapılardan görmemişlik, bilmemişlik dalışı yapıyı bozdu. “Biz yaptık oldu” dediler. Akıllarına eseni yapa yapa, boza boza devam ettiler. Kesin bir hükümle söyleyebiliriz, kafa buydu.
Yıkılanların yerine yenilerini kurmak kolay iş değildir. Bizim Tanzimat rejiminde yeni kurumları kuranların durumuna iyi bakmak lazım. Devleti ve dünyayı bilen, iyi yetişmiş insanlardı. Tanzimat’ın mimarı Büyük Reşid Paşa gibi bir başbakanımız sonraki dönemlerde hiç olmadı. Fuad Paşa ve Âlî Paşalar ayarında devlet adamı da yetiştirmedik. Onlar Londra’da, Paris’te, Berlin’de, Sen Peterburg’da ne diyeceklerine bakılan devirlerine damga vurmuş isimlerdi.
Şimdi sahibinin sesi olarak seçilenlerde aranan bu vasıflar değil. Liyakat ve ehliyet aransa yetişenlerin çapına göre bir bürokrat ve siyasetçi seviyesi yakalanabilir. Hayır, biz “sadakat” istiyoruz. Kastedilen sadakatin doğruluk manası da değil, bağlılık. Bağlılık da devlete, kurallara değil, kendisini seçene.
“Sadakat” deyince birilerinin aklından padişaha bağlılık da eskiden vazgeçilmez bir özellikti düşüncesi geçebilir. Evet öyledir. Ancak padişaha bağlılık, devlete ve kurallara bağlılıkla beraber bir değer kazanır. Devlet ve toplum hayatı yüksek karakterli bilenlerle yürür. Klasik devirlere gitmeyelim, imparatorluğumuzu yıkılmaktan kurtarmak için devleti yeniden yapılandıran saydığım üç Tanzimat Paşası önemli örnektir. 2 Mahmud, Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinin lokomotif gücü onların dehalarıdır.
Bozulan insan
Bunları hatırlatmaktan maksat, şimdiki insan değerinden uzak perişanlığımızı düşündürmektir. Son yıllarda oradan oraya savrulan politikacı, aydın ve bürokrat kalabalığının hareketleri normalleşir gibi oldu. Artık o parti bu parti dolaşanları ayıplamıyoruz. Bozulmanın vardığı yer budur. Yirmi yıl kadar önce dört partiye girip çıkan bir milletvekili vardı. Politikacılar değilse de toplum vicdanı onu mahkûm etmişti.
Eğer fikre dayanıyorsa elbette değişme normaldir. Bir insan ateistken bir dine girebilir; sosyalistken koyu bir kapitalist olabilir. Bizdeki değişmelerin düşünceye dayanmaması problemli bir alanı büyüttükçe büyütüyor ve toplumu bozuyor. Son yıllardaki yer değiştirmeleri hatırlanan isimlerin durumlarını tek tek düşünen namuslu bir kafanın midesi kalkar. İsim vererek konuşmak istemem. Herkes birilerini hatırlayacaktır.
Metin Fevzioğlu
Yalnız Barolar Birliği’nin eski başkanının adını vermeden geçmemem. O örneklerden bir örnek değil, skandal bir örnektir. Erdoğan’la en çok takışan biriyken, gün geldi, yanına geçiverdi. Sordular, doğru dürüst bir gerekçe gösteremedi. Konuştukça battı. Barolar Birliği seçimine Erdoğan’ın desteğiyle gidildi ve kaybetti. Kaybedince öyle bırakılacak değildi. Lefkoşa Büyükelçisi yapıldı.
Lefkoşa Büyükelçisi Metin Fevzioğlu, Kıbrıs’ın kurtuluşunun ellinci yıl törenlerine giden CHP heyetini karşıla(t)madı. Demek istedi ki, ben Türkiye’nin Büyükelçisi değil, Erdoğan’ın temsilcisiyim. Böyle bir skandale daha imza attı. Dışişleri’nin kurallarına ve teamüllere göre bu affedilmez bir hatadır.
Üç kurum dedim ya.. ne hale getirildiğini bu hadisede de gördük. Karakter önemlidir. Bilmekten önemlidir. Feyzioğlu gibiler tercih ediliyorsa durum vahimdir. Yana yana konuşacağımız bir meseledir.