Kum saati boşalıyor

Amerikan Yüzyılının Sonu” Mustafa Özel’in önemli bir kitabıydı. (İz Yayıncılık, 1993.)

Biliyorum, çok itiraz var. 30 sene geçti hala ABD hegemonyası devam ediyor.

Birincisi, “ABD biraz sonra yıkılacak” demiyordu kitap. 1989’dan sonra ABD’nin dünya düzenini devam ettirmede daha az rol oynayacağını söylüyordu.

Kitap 1989’un hemen ardından yazılmıştı. 3-4 yıl tarihi yorumlamak için kısa bir süre.

1914’le 1989 arasını (75 yıl) Amerikan Yüzyılı olarak adlandırıyordu Mustafa Özel. (Belki aynı şeyi başkaları da söylemiştir. Ben ilk Özel’den okudum.)

Bir tarih okuma önerisiydi. Bu açıdan faydalıydı da.

Belki 1989’da bir Amerikan yüzyılı bitmiş, dijital teknoloji sayesinde yeni bir Amerikan yüzyılı başlamıştır.

İsim de takın isterseniz: Dijital Yüzyıl. (Zaten ‘bilgi çağı’ deyip duruyoruz.)

Bilmiyoruz, 1989’dan sonraki ‘Amerikan Yüzyılı’ ne kadar sürecek.

Ya da ABD bir çare bulur, kendi yüzyılını uzatır.

Birkaç yıl önce Macron “Nato’nun beyin ölümü gerçekleşti” diyordu.

Haklıydı da.

Rusya Kırım’ı ilhak etti ABD ve Nato seyretti.

Suriye’de de bir varlık gösteremedi. Putin’in her adımını sineye çekti.

Sonra birden Ukrayna savaşı çıktı.

Ukrayna savaşından sonra Avrupa’nın dili değişti.

Macron artık ‘beyin ölümü’ falan demiyor.

Nato liderleri Nato’yu büyütmek için büyük bir azimle Vilnius’ta toplanıyor.

Yine de dünyanın kum saati yavaş yavaş boşalıyor.

Suudi Arabistan’la İran bile barıştı, kıyamet alameti gibi!

Boşalınca ters çeviriyorlar kum saatini, zamanı yeniden başlatmak için.

Alametler, geçen her dakikanın Çin’in lehine geçtiğini düşündürüyor.

Çin’in dünya ekonomisindeki etkinliği gitgide artıyor. Asya’daki, Afrika’daki ekonomik ve siyasi ilişkilerini derinleştiriyor.

ABD mutlaka bunun farkındadır.

Zamanın akışını kendi lehine çevirmek için bir yol arıyordur. Bir sonraki yüzyıl da kendi yüzyılı olsun diye…

Belki Ukrayna savaşı ve hemen ardından Nato’nun hareketlenmesi bu arayışın bir parçasıdır.

Çin’in yükselişini baş edilebilir bir seviyede tutma stratejisinin bir parçası.

Böyle bir stratejinin tamamını bir bakışta okumak kolay değil. İşin içinde Tayvan da var, Türkistan da Tibet de…

Ukrayna savaşı gibi ya da Wagner isyanı gibi öngörülmesi güç icatlar her zaman çıkabilir.

Diyelim ABD bir oyun kuruyor. Başaracağının garantisi var mı?

Yok.

Başarmayacağının da garantisi yok.

Ama oyunu kurabildiği kadar kuracak.

Türkiye Nato’yla Rusya’nın arasında hassas bir mevkide duruyor.

Bulunduğu mevkide etkili de oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tahıl koridorunun açık tutulmasında oynadığı rol bütün dünyadan takdir topladı.

Erdoğan, bütün aşamalarda konumunu muhafaza etmeyi başardı.

Elindeki vazoyu düşürmedi.

(Sanki iki vazo var Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinde. Birini alıp birini bırakıyor ve ikisini de şu ana kadar düşürmedi.)

Rusya’nın bir görüşe göre emaneten Türkiye’ye teslim ettiği Azov taburlarının komutanlarını Zelenski’yle birlikte Ukrayna’ya göndermesi bir pozisyon değişikliği midir?

Ya da onca esip gürlemelerden sonra İsveç’in Nato’ya girişine yeşil ışık yakması?

Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin tazelenmesi için talepte bulunması?

Eğer bunlar esaslı bir değişimin alametleri ise başka manevraları da bunların hizasına yazabilir miyiz?

Mesela Mehmet Şimşek’in ekonominin başına getirilmesini?

Hafize Gaye Erkan’ın Merkez Bankası’na başkan yapılmasını?

Ya da diplomasi yapıyoruz. Hem içeriye hem dışarıya.

İsveç’e ‘gel gel’ diyeceğiz.

Sonra Meclis’te reddedeceğiz.

Mehmet Şimşek’e yetki vereceğiz. Sonra ‘laf dinlemiyor’ deyip ‘Türkiye modeli’ne döneceğiz.

Hayır hayır, bunlar tahmin değil.

Sadece ihtimal.

İçeride MHP lideri Bahçeli’nin dışarıda da Rusya Devlet Başkanı Putin’in bu tercihleri nasıl okuyacağı önemli tabii.

Güzel okurlarsa sorun yok.

YORUMLAR (16)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
16 Yorum