Kemalist saldırganlık ve cumhuriyet
Bu sütunda zaman zaman Millî Mücadele ile ilgili, cumhuriyetle ilgili ulaşabildiğim doğruları okuyucularımla paylaşıyorum. Daha önce haberdar olmadığımız doğru bilgi, zihnimizin yeni bir dengeye oturmasını gerektirir. Bu süreç kolay gibi görünür, ama bazıları için hiç de kolay değildir. Hakikati hazmetmek bilhassa kesin inançlılar için zordur, ekseriya imkânsızdır.
Türkiye’de bu kesin inançlıları şimdilerde kendilerine atatürkçü diyen kemalistler temsil ediyor. Doğru bildiğini yazan bir kimse ne övgüye kendini kaptırır ne de sövgüye kadar varan tepkileri önemser. Hakikat her şeyin üstündedir.
Kemalist (veya atatürkçü) olarak kendini tanımlayanların önemli bir kısmı okur yazarlığı orta okulda bırakmış, inkılap tarihinin mitolojik anlatımına iman ederek bugüne gelmişlerdir. Bu mitolojik malûmatı yanlışlayan bilgilerle karşılaştıklarında kimyaları bozuluyor ve doğru dürüst anlamaktansa saldırmak yolunu seçiyorlar. Okumak anlamak içindir. Yazılarımıza bu çerçevede tepki gösterenlerin eğer okumuşlarsa, okumadıklarını anlamadıkları kanaatine varıyoruz. Bazen onları doğrulayan bilgilere yer veriyoruz, onları da aynı şiddetle karşılıyorlar.
Cumhuriyetin yüzüncü yılına yaklaşıyoruz…
Bu kesime göre, Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a herkesi atlatarak çıkmış, cumhuriyet ilan etmek kastıyla oradan yola koyulmuştur. Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi hep bu uğurda yapılmış ve Büyük Millet Meclisi bunun için açılmıştır.
Bunlar, Mustafa Kemal’in hem kongrelerde hem Meclis’in açılışında vatanın, milletin kurtuluşu ile birlikte hilafet ve saltanatın kurtuluşunu hedeflediğini ilan ettiğini göz önüne getirmezler.
Paşa, neden, neredeyse büyük zafere kadar bu çerçevede konuşmuştur? Neden cumhuriyet hedefini bir kere olsun dile getirmemiştir?
Meseleye şöyle bakalım: Tayyip Erdoğan sürekli cumhuriyet vurgusu yapıyor. Bir gün şartları elverişli görüyor ve bir saltanat sistemi kuracağını açıklıyor, bunu da Meclis’e tasdik ettiriyor…
Bu nasıl karşılanır acaba?
Cumhuriyet’in ilânı işte böyle bir şeydir.
Cumhuriyet’in ilanı bizden çok İngilizler için, dünya emperyalizmi için bir zaruretti. Osmanlı Devleti var oldukça emperyalist sistem İslâm’ın ana topraklarını keyfince kontrol edemezdi. İsrail’i coğrafyamıza bela edemezdi.
İngilizlerin çok erken dönemde, Milli Mücadele’nin neredeyse başlangıç safhasında çeşitli araçlarla mücadeleyi yürütenlere “cumhuriyet ilan edin, sizi destekleyelim” dediği biliniyor. Bunu daha önce kaynaklarıyla yazmıştık. İngilizlerin bu kolaylaştırıcı beyanları her defasında Mustafa Kemal Paşa tarafından reddedilmiştir.
1920-21’de Türkiye’de bulunan Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit’a Mustafa Kemal Paşa, milli hakimiyet prensibi ile birlikte padişahlık ve halifeliğin devam edeceğini belirtmiştir, ki bu meşrutî bir yönetimdir. Millet hakimiyeti prensibi 1876’dan beri Osmanlı anayasasında yer almaktadır. Yani yeni icat bir şey de değildir.
1921’de böyle düşünen M. Kemal Paşa, neden sonra cumhuriyette karar kıldı? Bunun iç etkenlerden çok dış etkenlerle bağlı olduğu açıktır. Osmanlı Devleti’nin birçok ülkelerdeki 5-6 asırlık hukukundan vazgeçmenin ne anlama geldiğini Mustafa Kemal Paşa’nın bilmemesi, takdir etmemesi mümkün değildir. Süreç öyle gelişmiştir ki, sulh masasını kuran İngilizler, saltanat kaldırılmadan ve Vahidetdin İstanbul’dan götürülmeden masaya gelmemişlerdir.
Bizde “Lozan Konferansı” denilir. Biz öyle deriz de bu konferansın resmî adı Yakın Şark İşleri Konferansı’dır. Bu anlaşma Türkiye’nin sadece sınırlarını değil istikametini de tayin etmiştir. Cumhuriyetin darbe şeklinde ilan edilmesinin sebebi budur. Cumhuriyeti kuranlar başkent seçme hakkına bile sahip olamamıştır. Bir rejim değişikliği oylaması basit çoğunlukla olur mu? Mustafa Kemal Paşa Nutuk’da cumhuriyetin ilanı için birkaç kişi dışında kimseyi haberdar etmeyi gerekli görmediğini yazıyor. Ankara dışındaki milletvekilleri beklenmemiş, Ankara’da olup da farklı görüş sahibi olanların kapısına polis dikilmiştir.
Gerçeklerle yüzleşerek ancak gerçek cumhuriyetçi olabiliriz!