Erdoğan ne dediğinde biz ne anlamalıyız

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Azerbaycan dönüşü uçakta gazetecilerin gündeme dair sorularını yanıtlamış. Finlandiya ve İsveç’le yapılan görüşmelerin beklenen düzeyde gerçekleşmediğini, iki ülkenin dürüst ve samimi davranmadığını söyleyen Erdoğan, iki ülkenin NATO’ya üyelik başvurusuyla ilgili Türkiye’nin tavrının ne olacağını şöyle açıklamış:

“Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin başında olduğu sürece, teröre destek veren ülkelerin kesinlikle NATO’ya girmesine biz ‘evet’ diyemeyiz.”

Bu sözleri okuduğumda bir an bir dejavu yaşadığımı hissettim. Cümle kalıbı ne kadar tanıdık değil mi?

Nereden hatırlıyorum, nereden hatırlıyorum derken buldum.

Bir Rahip Brunson, bir Deniz Yücel davası vardı. İzmir Diriliş Kilisesi Rahibi ABD vatandaşı Andrew Craig Brunson 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Eylül 2016’da “terör örgütleri adına suç işlediği ve casusluk yaptığı” iddiasıyla gözaltına alınmış, 9 Aralık 2016’da tutuklanarak cezaevinde gönderilmişti.

Mahkeme 16 ay boyunca cezaevinde iddianamesinin hazırlanmasını bekleyen Brunson için “FETÖ/PDY üyeliği ve yöneticiliğinden” ömür boyu hapis cezası istemişti. 35 yılla yargılanmasına hükmedilmişti.

Baya baya törörist ve casustu Rahip Brunson.

Hatırlayacaksınız Rahip Brunson davası ABD ve Türkiye arasında büyük bir krize dönüşmüştü.

ABD’li senatörler duruşmayı izlemek için Adalet Bakanlığı’na başvurmuş, 37 senatör ve 78 Kongre üyesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a mektup yazmış, rahibin serbest bırakılmasını istemişti.

Dönemin ADB Başkanı Trump Rahip Brunson’ı özel mesele edinmişti kendisine. Trump “Papaz Brunson Türkiye’de zulme uğruyor. O masum. O casus ise ben ondan daha da casusum. Yargı süreci yargı süreci değil. Türkiye’dekilerle bu konuda birşeyler yapılması için konuşuyoruz” demişti, ardından ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wess Mitchell kameralar karşısına geçerek “Brunson’un sarbest bırakılmamasının Türkiye’ye sonuçları ağır olacak” açıklaması yapmıştı.

Hatırlamaya devam edelim.

Sonra ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence çıktı “Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetine ABD Başkanı Trump adına mesajım var. Rahibi hemen serbest bırakın ya da sonuçlarına katlanmaya hazır olun” tehdidinde bulunmuş, ABD’nin Türkiye’ye karış ekonomik yaptırımlar uygulama hazırlığında olduğunu söylemişti.

Nitekim ABD, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve dönemin Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün ABD’deki mal varlıklarına el konulması, ülkeye girişlerinin ve ABD ile tüm ticari ve finansal ilişkilerinin durdurulacağını açıkladı.

Gelelim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meşhur açıklamalarına.

Sayın Erdoğan ABD ve Türkiye arasında büyük krize sebebiyet veren Rahip Brunson hakkında bir kez değil, kameralar önünde defalarca ABD’ye “Bu fakir bu görevde olduğu sürece teröristi alamazsın” sözleriyle meydan okudu.

Sayın Erdoğan defalarca “Diyorlar ki, papazı bize verin. Bir papaz da sizde var. siz onu bize verin biz de yargıda gereğini yapalım size verelim” dedi, ABD’ye açıktan takas teklif etti.

ABD Türkiye’yi yaptırımlarla tehdit ettikçe Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “Kimse Türkiye’ye dayatmada bulunamaz. Hiç kimsenin tehdidine müsamaha etmeyiz” cevabı verdi.

Hükümet yetkilileri “Türkiye’de bağımsız yargı süreci işliyor, yargıya saygı gösterin” açıklamaları yaptı.

Bir örnek verelim, mesela Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay: “Ucuz tehditlere tahammülümüz yok. ABD Türk yargısının kararına saygı duymak zorunda” demişti.

“Sonuç ne oldu” diye sormama gerek var mı, hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve Rahip Brunson dava sürecinde neler yaşandığının tanıklarıyız.

Bir sabah kalktık ki Rahip Brunson elini kolunu sallaya sallaya uçağa bindi ve Türkiye’ye bay bay diyerek ABD’ye uçtu gitti.

Dönemin ABD Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür etti.

ABD Rahip Brunson’u Türkiye’den aldı, peki Sayın Erdoğan’ın ifadesiyle ABD elindeki papazı Türkiye’ye verdi mi?

Hani Rahip Brunson “casustu”, “teröristti” ve Sayın Erdoğan “Bu can bedende olduğu müddetçe” Rahip Brunson’u ABD’ye vermeyecekti.

Ne oldu?

***

Aynı süreç gazeteci Deniz Yücel davasında da yaşanmadı mı?

AK Parti hükümeti ve medyası Deniz Yücel ile ilgili nasıl bir profil koymuşlardı kamuoyunun önüne: Deniz Yücel gazeteci görünümlü azılı bir teröristti, PKK’nın üst düzey yetkilileri ile şifreli iletişim içindeydi. Sık sık Kandil’e çıkıp geliyordu ve Kandil’de bulunduğu sıralarda bölgede terör eylemleri artıyordu. THKP-C, FETÖ ile yakın irtibat içindeydi, PKK’lı yöneticiler ile aynı telefon baz istasyonlarını kullanıyordu.

Almanya’nın iadesini istediği Die Welt gazetesi muhabiri Deniz Yücel hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan TGRT’de “Almanya Türk hükümetinin talep ettiği Türk vatandaşlarını iade etmiyor. Onlar ne tür muamele yaparlarsa aynı muameleyi bizden görecekler. Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan terörist. Ben bu makamda olduğum sürece hiçbir surette iadesi mümkün olmayacak” demişti. (13 Nisan 2017)

Almanya ve Türkiye arasında da Deniz Yücel krizimiz olmuştu.

Kriz tırmandı, tırmandı, Türkiye sıkıştı.

Sonuç ne oldu?

Dönemin başbakanı Binali Yıldırım Şubat 2018’de Almanya’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret öncesinde “Ümit ederim ki kısa sürede serbest bırakılmış olur” mesajı verdi. (14 Şubat 2018)

Bir yıl boyunca Deniz Yücel hakkında iddianame hazırlayamayan savcı 24 saat içinde iddianameyi yazdı, mahkeme jet hızıyla iddianameyi kabul etti, duruşma açtı ve Deniz Yücel’in tahliyesine karar verdi.

Deniz Yücel Almanya’ya uçtu gitti.

Deniz Yücel Almanya’ya uçarken Cumhurbaşkanlığı makamında Kemal Kılıçdaroğlu oturmuyordu elbette.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliği konusunda Türkiye’nin takınacağı tutumu açıklarken kullandığı “Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin başında olduğu sürece, teröre destek veren ülkelerin kesinlikle NATO’ya girmesine biz ‘evet’ diyemeyiz” bu sözleri okuyunca gayri ihtiyarı olarak Rahip Brunson ve Deniz Yücel’i hatırlamam bu yüzden.

Türkiye İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliği konusunda haklı nedenlerle elini ağırdan alabilir, zorluk çıkartabilir, arıza yapabilir, şartlar ileri sürebilir. İkna edilmek için nazlanabildiği kadar nazlanabilir.

Nitekim Finlandiya ve İsveç’in PKK’yı koruyup kolladıkları bilinmeyen bir şey değil. Türkiye, iki ülkenin NATO’ya üyelikleri konusunda destek vermek için iki ülkenin PKK’ya verdiği desteği sonlandırmaları şartını ileri sürmesi en doğal hakkıdır. Eline geçen bu kozu kullanmaması anormal olur.

Ama elindeki bu kozu kullanırken Sayın Erdoğan kendi inandırıcılığını yitirmemesi, Türkiye’nin de itibarını koruması gerekiyor.

Diplomasi tam olarak işte bunun için var. Yani köprüleri atmadan, inandırıcılığı sarsmadan, itibarını yitirmeden iyi sonuç almak…

Biliyorsunuz, başta Mısır olmak üzere Arap ülkelerine ve İsrail’e neler demişti?.. Şimdi nasıl davranıyor?

İnandırıcılık, itibar deyince bunu da hatırlatayım dedim…

YORUMLAR (52)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
52 Yorum