Yolsuzluğa karşı sürü bağışıklığı

Yolsuzluk bir hastalık olsa ne yapardık acaba?

Toplumsal sorunları sağlık sorunlarına teşbih etmek hiç rastlamadığımız bir şey değil.

On yıllarca başörtüsü sorununun ‘kanayan bir yara’ olduğu söylendi durdu.

Niye hemen bu misal aklıma geldi bilmiyorum, halbuki yolsuzluğu hastalıkla eşleştirirken ‘yara’ türünden daha çok harici bir müdahaleyle oluşan bir sağlık sorunu yoktu aklımda.

Covid gibi bir hastalık tahayyül ediyordum.

Oysa yolsuzluğu teşbih edeceğimiz hastalık, kaşıntı gibi bir şey de olabilirdi.

Mesela uyuz.

Tatlı tatlı kaşınıyor.

Kaşıyorsun, bir müddet geçiyor.

Sonra yeniden başlıyor, daha tatlı.

Yeniden kaşıyorsun, deli gibi.

Yolsuzluk yapanların bu itiyattan kurtulamamaları, yaptıktan bir müddet sonra yeniden yapmak istemeleri belki de yolsuzluğun kaşıntıya benzer bir hastalık olmasındandır.

Hatta belki… Hastalık geçmiş olsa bile insan o eski tatlı kaşıntıyı özlüyordur.

Bu aklımın bir köşesinde dursun. Yolsuzluğun ikide bir depreşen kaşıntı cinsi bir hastalığa benzemesi fena fikir değil.

Biz orijinal hale dönelim. Yolsuzluğu covid gibi bir hastalığa benzetelim.

Herhalde bilim adamları, hekimler, eczacılar, bir ilaç geliştirmeye çalışırlardı.

İlaç, muhtemelen ya tatsız tuzsuz ya da ağız ve surat buruşturacak cinsten acı bir şey olurdu.

Yanısıra mideyi kaldıran kimyevi bir koku.

İçer miydi hastalar o ilacı?

İsteksiz isteksiz.

‘Dış güçlerin oyunu, bize çip takmak istiyorlar’ diyen de olur muydu?

Olur muydu değil, var zaten. Yolsuzluğu muhafaza ve müdafaa etmek için evvela dış güçler edebiyatına müracaat etmiyor muyuz?

Ya da bir aşı geliştirilirdi.

En kolayı inaktif aşı.

Hırpalanmış mikropların cemiyete enjekte edilmesi.

Yolsuzluğa verilen fetvalar, ‘başkaları da yapıyor’lar, ‘ama vatan millet, beka’ söylemleri inaktif aşı gibi bir şey mi?

Belki de bu fetvalar cemiyeti enfekte etti.

Umulduğu kadar inaktif değildiler, bünyeye girince aktive oldular böylece virüs bütün cemiyete yayıldı.

O yüzden mi kimse yolsuzluğu umursamıyor?

Ya da hiçbir şey yapmadı bilim adamları, hekimler.

Ne aşı geliştirdiler ne ilaç.

Mikrobu kendi haline bıraktılar.

Mikroba ‘mikrop’ demek bile sakıncalı hale geldi.

Susss! Yerin kulağı var.

Öyle kanıksadık ki mikrobu yemeklerde garnitür olarak kullanmaya başladık.

Mevlitlerde şeker ve lokum.

Mikrop yayılabildiği kadar yayıldı.

Böylece sürü bağışıklığı kazandık.

Cemiyetimizin ulaştığı duyarsızlık ve hazım seviyesi en çok sürü bağışıklığına benziyor.

İşin kötüsü sürü bağışıklığı, cemiyetin bir zamanlar yolsuzluk konusunda en hassas olduğu farz edilen kesiminde çok daha yaygın.

Böyle bir iddiamız kalmadı. Sıfırı tükettik.

Sıfırı tükettik ama durumumuz iyi!

Hastalık yatağa düşürmüyor.

Entübe olmuyorsun, kimse orana burana sonda takmıyor.

En azından bu dünyada.

Sadece bir çeşit sersemlik. Bu da rahatsızlık vermiyor, hatta iyi geliyor!

Yolsuzluk öldürücü bir hastalık olmadığı için kimse hastalığı iyileştirmeye çalışmamış olabilir mi?

Hastaların hepsi halinden memnun.

‘Helal’ sertifikası olsun yeter, nereden geldiği önemli değil.

Ahirette soran olursa ‘helal’ sertifikasını gösteririm.

Ayrıca menkul ve gayrımenkuller için bir ‘helal’ sertifikası geliştirilmedi.

Demek ki durmak yok yola devam.

Kimi iyileştirebilirsin ki o zaman?

İlaç verecek olsan hep bir ağızdan ‘Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip’ derler.

Fuzuli’nin muhteşem mısraını böyle bir bahse dahil ettiğim için Fuzuli’den ve şiir ehlinden özür dilerim. Bazen laf kendini söyletiyor, kaçamıyorsun.

YORUMLAR (70)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
70 Yorum