Her anlatanın ağzından yeni bir hayat yazılır

Her anlatanın ağzından yeni bir hayat yazılır

Ödüllü yazar Seray Şahiner, yeni öykü kitabı ‘Hepyek’te umutsuzlukla başlayan ama sonra bir şekilde hayatları yola giren kişilerin hikayelerini kaleme almış. Şahiner, samimi üslubuyla ilgili olarak “Karakterlerimin hikayesini anlatırken, anlatıcıyı, onların cenahından biri gibi kurmaya çalışıyorum” diyor.

İNCİ DÖNDAŞ

Yazdığı öyküler ve novellalarla okur kitlesini oluşturan; ‘Hanımların Dikkatine’ isimli öykü kitabıyla Yunus Nadi Ödülü’nü, ‘Kul’ isimli romanıyla ise Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanan Seray Şahiner’in yeni öyküleri ‘Hepyek’te yayımlandı. Şahiner, içinde yaşadığımız toplumdaki hayatları farklı açılardan bakarak, içine biraz mizah katarak yazmış. Şahiner ile konuştuk...

Genç bir komiden yaşlı bir kadına, kocasını hastanede bekleyen kadından yalnızlıktan karakolluk olan Ceylan’a... Umutsuzlukla başlayan ama sonra bir şekilde hayatları yola giren kişilerin öyküsünü kaleme almışsınız. Neden bu kez onların öykülerini yazdınız?

Tam yenilirken içinde zar olan yumruğunu öpüp ‘hadi be kemik’ diye zarı sallayanların umudu gibi, ‘Hepyek’teki karakterlerin oyuna devam etme biçimi. Son bir deneme… Hiç bitmeyen bir son bu. Bazen hiç ummadığımız yerden hayata tutunuyoruz. İskelede kalkmasına 30 saniye kalan vapuru görüp, yetişmek için koşup nefes nefese vapura adımını attığı anda vapurun hareket etmesiyle insanın içinde beliren bir ferahlık kadar rahatlamaları da. Büyük galibiyetler değil, fetih duygusu değil; yola devam etme şevki. Zordayken, hayatta kalmak için geliştirilen refleksif zekaya hep hayranlık duymuşumdur. O yüzden hayatını böyle sürdüren karakterleri odağa aldım.

Yazarken size neler ilham veriyor?

Şaşırmak. Rutin ilerleyen bir durumun içinde onu bozan herhangi bir şey. Şehrin, insanlarca evleriymişçesine kullanım biçimleri. Sanatın herhangi bir dalında, cüş u huruş içinde üretildiğini fark ettiğim bir eser…

Her toplumsal sınıfı gerek betimlemelerle gerekse kullandığı dille çok iyi yansıtıyorsunuz. ‘Hepyek’ özelinde konuşacak olursak yazmadan önce nasıl bir hazırlık yaptınız?

‘Hepyek’te yazmaya 15 yıl önce başladığım öykü de var, bir yıl önce başladığım da. İki izleği olacaktı: Birincisi; sokağı kullanma ve hayatta kalma bilgisiyle donanmış, birbiriyle yolda karşılaşsalar, tanışmasalar da bir halden bilirlik durumuyla yabancıyla karşılaşmanın getirdiği tedirginlik duygusuna kapılmayan karakterlerden oluşacaktı. Sokağın getirdiği bir akrabalık… İkincisi: iletişim araçlarının kullanım biçimleri üzerinden ilerleyecekti… Sokağı çok kullanan biri olarak, karakterlerin yaşam tarzlarını oluşturma konusunda çok zorlanmadım. Yazarken, yaşamak da bir çalışma disiplini aslında. Anlatıda, başka sanat dallarından çokça beslendiğim bir kitap oldu hepyek. Mesela, içindeki Personel Yemeği öyküsünü; sinemadaki kameraymışım gibi yazmaya çalıştım. O sebeple aylarca yakın plan uzak plan incelemesi yaparak film izledim.
Üslübunuz çok samimi, diliniz eski kelimeleri barındırıyor. Sanki yakın bir arkadaşımız ya da evin bir büyüğü bu öyküleri anlatıyormuş gibi hissettiriyorsunuz.

Dile bu kadar hakim olmanız, betimlemeleriniz sadece yetenek mi?

Bu: yazaranlatıda yazar olarak ortada olmamak, niyetlendiğim bir şey. En çok gayret gösterdiğim kısım da bu aslında. Karakterlerimin hikayesini anlatırken, anlatıcıyı, onların cenahından biri gibi kurmaya çalışıyorum; onların üslubuna yakın, kimi zaman onları savunan bir tanrı anlatıcı tonu. Gittiğim bir yerde, kullanılan mizahi üsluba, anlatı kalıplarına gayri ihtiyari dikkat ediyorum. Bir kitap okurken yazarın üslubuna bakmak gibi… Hayat da her anlatanın ağzında yeniden yazılıyor. Her öyküde bir iletişim aracı hikayedeki kişilere eşlik ediyor. Marshall McLuhan’ın ‘Araç Mesajdır’ kuramından hareketle yazdığım bir kitap. Bir veriyi, hangi araçtan aldığımız, o mesajı algılama biçimimizi de belirliyor. ‘Hepyek’te iletişim araçların hayatımıza dahil olma hallerini tartıştım. Kuşaklar arası iletişim aracı olan masallardan, iç iletişimimiz olan rüyalara; telefon, televizyon, sosyal medya, kitle iletişim araçlarına teknoloji büyüterek, son öyküde benim için en yüksek iletişim aracı olan muhabbetle bitirdim.

Özellikle ‘Ufuk Çizgisi’ isimli hikayeniz farklı bir şekilde kaleme alınmış. Tek kelimeler, tekrarlar... Bu anlatımı seçerek neyi hedeflediniz?

Ufuk çizgisinde, zamanı akmayan, belirlenmiş anlar bütünü gibi yaşayan bir kadını anlattım: Behiye. Müzikteki zamanlar durumuna benzeyen bir hal: 4-4’lük, 5-8’lik diye kalıplara bölünmesi gibi. Buradan hareketle, bu öyküyü çift darbuka tekniğiyle yazdım. Çift darbukada; karşılıklı iki darbukadan biri sabit bir tempoyla kalıp atar, diğeri üzerine solo atar. Önce Behiye’nin rutin hayatını anlatan kalıbı yazınsal olarak oluşturdum. Sonrasında; kendi hikayesini yaratacağı yerde; solo olarak düşündüğüm metni, kalıbın üzerine yaydım.

Hikayelerinizde mizah yine var. Daha önceki öykülerinizde ve romanlarınızda da aynısı mevcuttu. Mizah kullanmanızın amacı nedir?

Umudu çok önemsiyorum, avuntu bazında ele alınmadığı sürece. Bizim umuda ulaşmamız için, neşe kadar öfkeye, inada da ihtiyacımız var. Genelde zor durumda kalmış karakterleri anlatıyorum, okuyanın onların haline üzülüp kitabı kapatmasını istemem. Mizah, duruma birebir empatiden ziyade bir mesafeyle bakmayı da getiriyor; o mesafenin kazandırdığı sürede, öfkeye inada da ulaşabiliriz.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN