Kimse hayal edemezdi

Gelen vuruyor, giden vuruyordu bize. Öyle mahzun, öyle gariptik.

‘Bu da geçer ya Huu’nun şiirini bile yazmıştı Mevlana İdris.

‘İyi günler ilerde anneanne’ diyordu Hüseyin Atlansoy.

İşadamları bakanlıklara değil, Genelkurmay’a gidiyordu işlerini yürütmek için.

Asker ne diyorsa o... Türkiye’de rejimin tarifi böyleydi.

Siyaset askere tabiydi. Komutan ‘tak’ diye emrediyor, siyasetçi ‘şak’ diye yapıyordu.

Reisicumhur da askere bağlıydı, başbakan da, bakanlar da...

Siyasette bizim tarafa kapılar kapatılmıştı. Yeşil sermaye listeleri çıkmıştı, kimse muhafazakarlığıyla tanınan bir dükkandan alışveriş yapmasın diye.

Okullara alınmıyordu kızlarımız. Katsayı yüzünden yüksek öğrenim yarışına üç beş adım geriden başlıyorduk.

Deprem oldu memlekette, adı muhafazakara çıkmış sivil toplum kuruluşlarının depremzedelere yardım etmesinden bile rahatsız oldular.

Herhalde sabahı olmayan bir geceye mahkumuz. Güneş bir daha doğmayacak.

‘Orduya sadakat şerefimizdir’ yazıyordu orduevlerinde.

Askeriyedeki generalleri bırak, albayların bile adını biliyorduk, Yüksek Askeri Şura toplantısı yaklaşınca hangi general nereye tayin edilecek yazıp çiziyorduk.

Rahmetli dedem bile anlamıştı YAŞ mevzularını. “Dokuz taş oyunu gibi” diyordu, “O gidince yerine öteki gelecek, öteki gidince beriki gelecek.”

“Bin yıl sürecek” diyordu bir general 28 Şubat için.

“Avrupa’da Genelkurmay Başkanı Savunma Bakanına bağlı” demek bile ‘elfaz-ı küfür’ muamelesi görürdü. Ne demek? Genelkurmay bu memlekette herhangi bir faniye bağlı mı olurmuş?

Eleştiri ne kadar doğruysa, ne kadar isabetliyse o kadar sakıncalıydı.

Asker askerliğini yapsa, sivil sivilliğini. Ne olur?

Avrupa’da kimse genelkurmay başkanının adını bilmez. Televizyonda görse tanımaz.

Bizse, ‘asker ne demek istedi?’ sorusunun cevabını bulmak için içtihatlar yapıyoruz.

Siyasete verilen hareket sahası çok mahdut. Askerden artakalan yerde debeleniyor siyaset. Yüzde belki 20, belki 30 siyasetin iktidar alanı. O da asker lütfederse.

Ne olur azıcık sivil olsak?

Boş laf.

Hayret! Allah, kalpleri nasıl dönüştürüyor. Alemi nasıl döndürüyor, nasıl halden hale sokuyor?

Allah, aklımızın almadığı nice işleri, aklımızın almadığı nice hadiselere nasıl vesile ediyor.

Türkiye’de devlet adeta yeniden inşa ediliyor. Hem de 28 Şubat’ta “Ya Rab, yok mu bu karanlık gecenin sabahı?” diye yakaran insanların eliyle.

Bu, ibretamiz bir hadisedir. Herkesin muhayyilesini aşan, büyük bir hadisedir.

Ve bu, eğer doğru kullanılırsa memleketin yeniden imarı için büyük bir fırsattır.

Şimdi nereye geldik?

Siyasetin iktidar alanı yüzde 100.

Genelkurmay, Savunma Bakanlığı’na bağlanıyor. Komutanlar ilgili bakanlara bağlanıyor.

YAŞ’ta ekseriyet siyasetçilere geçiyor.

Askeri liseler kapatılıyor.

Neden?

Çünkü bu mekteplerde tamamen askerin kontrolündeki sistem açık verdi.

Tabir caizse ‘tabiatta boşluk bıraktı’ ve paralel o boşluğu doldurdu.

Sistem, paralel terörün buralarda yuvalanmasına mani olamadı. Aksine isteyerek veya istemeyerek buraları paralellerin insafına terk etti.

Onlarda da insaf ne gezer? Okulları ağzına kadar doldurdular.

Peki, ne olacak? Siviller bu okulların yokluğundan doğan askeri eğitim-öğretim boşluğunu telafi edebilecek mi?

Telafi edecek. Etmesi lazım. Hem de hemen. Tabiat boşluk kaldırmaz.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum