Bu raunt da Erdoğan’ın

Rıza Sarraf’ı hiç tanımam. Uzaktan bile görmüşlüğüm yok.

Görmemek marifet değil. Kendime kalsa görmemeyi yeğleyeceğim pek çok insanı gördüm. Görmeyi çok istediğim bir çok insanı ise göremiyorum.

Sarraf’la herhangi bir mekanda karşılaşmış olabilirdim de... Ama karşılaşmadım.

Televizyonda gördüm ve bu da görme şekillerinden biri.

Gazetelerde enva-yı çeşit resimlerini, haberlerini gördüm.

Ödül alışını da haber yapmışlardı, seyrettim.

Yine de, kazara bir yerde görecek olsam tanır mıyım bilmiyorum.

Bazen, televizyonlarda gördüğüm birine sokakta veya bir toplantıda rastlıyorum da, “Ulan bu kimdi, bu kimdi” diye düşünüp duruyorum.

Belki Sarraf’ı da sokakta görsem öyle olacak. ‘Ecmainden bir adam işte’ deyip geçeceğim.

***

Bu cümleleri yazarken şu anda karşılaşmamak için mümkün olsa yolumu değiştireceğim bir sürü adam geldi aklıma. Yoook, alacaklılarım değil onlar. Bilirsiniz işte, muhatap olmak istemeyeceğiniz bir takım tipler olur. Öyle tipler.

Mamafih, dünya küçük. Bakıyorsunuz, burnunuzun dibinde bitmiş bir tanesi.

Ayıp mı Rıza’yı tanımak?

Değil bence.

Hayatta insanlarla karşılaşırsın, Rıza olur, Murtaza olur, Ahmet olur Mehmet olur.

Fakat, Rıza ile ‘al gülüm ver gülüm’ tarzı bir alışverişin içine girmek ayıp.

Günahı başlarına.

Kim kimin hakkını yerse, kim hakkı olmayan bir şeyi yerse, dünyada veya ahirette gelir önüne çıkar.

Yapan düşünsün.

Bir gün Sarraf Amerika’ya gitti.

Nasıl gitti?

Gezmeye gitti. Kızına Disneyland’ı mı gösterecekmiş?

Avukatı “Gitme, başına iş alırsın” demiş diyorlar.

Türkiye’de bir sürü adamı sulu götürüp susuz getiren Sarraf, bilmez mi Amerika’ya gitmenin riskini?

Bilmesi lazım.

Ama insanın kör ve sağır tarafına rastgeliyor bazen.

Ya öyle, ya da buralarda bir sıkıntısı vardı.

Ölçtü, biçti sıkıntıları, Amerika’daki sıkıntı ona ‘ehven-i şer’ göründü.

Ya da ne bileyim, bir şekilde zorla veya gönüllü olarak gitti Amerika’ya.

Ne oldu gitti de?

İşte mahkemede. Amerika’ya birisi götürdüyse onu, götürenlerin en hoşuna gidecek rolü üstlendi.

İtirafçı oldu.

İran’a nasıl altın –veya başka bir şey- sattıklarını anlatıyor.

Sonra, şuna rüşvet verdim, buna vermedim, falan filan.

Yoook, küçümsemiyorum rüşveti, almayı vermeyi.

Allah alanların da verenlerin de müstahakını versin.

Gerçi rüşvetin ambargo delmekle pek alakası yok. Ama anlatıyor işte.

***

Halk Bankasının, Hakan Atilla’nın avukatları, ‘Biz ambargoyu delmedik’ savunması yapıyor.

Türkiye’deki ortalama bir vatandaşın tepkisi ne olabilir?

“Biz İran’la ticaret yaptık. Amerika’nın ambargosundan bize ne? Ambargo delmek, ayıp değil, günah değil.”

“Siz Sarraf’ı veya Hakan Atilla’yı değil, Türkiye’yi yargılıyorsunuz. FETÖ’yü de siz beslemiyor musunuz? Zaten sizden ne beklenir ki?”

Belki şunu da söyleyen olur:

“Yahu kardeşim, ambargoyu delecekseniz delin de, biraz dikkatli delin. Memleketin başına iş açmayın.”

En fazla bu.

Bugünlerde, bakıyorum, memleket, borsa tabiriyle, Sarraf davasını ‘satın almış.’

Doğrusu, niyeti tam tersiydi ama, Kılıçdaroğlu’nun New York’taki duruşmayla eşzamanlı olarak eline tutuşturulan swift çıktılarını...

Halkbank’tan Albaraka Türk’e yapılan bir yurtiçi havalenin evrakını...

Dışarı ‘kaçırılmış’ paraların dekontuymuş gibi Meclis’te sallaması, Sarraf vakasının ‘satın alınması’nı kolaylaştırdı.

Hülasa-i kelam, bu raunt da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın.

‘Kaçıncı raunt?’ diye soracak olursanız, bilmiyorum.

Ringe çıktı çıkalı bütün rauntları kazanıyor işte, gördüğüm bu.

YORUMLAR (45)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
45 Yorum