Fatih-Harbiye arasında kalmış günümüz kentlisinin yolculuğu

Fatih-Harbiye arasında kalmış günümüz kentlisinin yolculuğu

Felsefe, psikoloji, kişisel gelişim ve tasavvuf ile harmanlanan 'Plaza Sufisi' kitabı raflarda yerini alan Selcen Gür: "Plaza Sufisi, Peyami Safa’dan rol çalarsam şayet, Fatih-Harbiye arasında kalmış günümüz kentlisinin yolculuğu aslında. Ben sadece böylesi bir güzergâhta karşımıza çıkan durakları işaretliyorum. Elinizdeki kitap, tasavvuf ve pozitif psikolojinin aynasında gördüklerimi, anlayabildiklerimi gösterdiğim notlardan mürekkep."

CANSU DEREBEYOĞLU

Selcen Gür'ün kişisel gelişim, felsefe, psikoloji ve tasavvuf ile harmanlanan 'Plaza Sufisi' adlı kitabı raflarda yerini aldı. Gür, 'Sır ve Gölge' adlı romanıyla daha önce okurlarla buluşmuştu. Bu kez farklı türde bir eserle karşımızda olan Gür'ün yeni kitabı kişisel gelişim, felsefe, psikoloji ve tasavvuf ile harmanlanıyor.

Tara Kitap etiketiyle raflardaki yerini alan kitap, ‘Tasavvuf dünyadan soyutlanmayı mı gerektirir?’ , ‘Neşe ve keder aynı evi paylaşamaz mı?’ , ‘Erdem derken neyi kast ediyoruz?’ gibi sorulara ve çok daha fazlasına yanıt arıyor. Gür ile Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Hacı Bektaş Velî gibi büyük sufiler ve Csikszentmihalyi, M. Seligman, N. LePera, V. E. Frankl, D. Gilbert gibi çağımız yazarlarının da okura eşlik ettiği dört bölümlük kitabı hakkında konuştuk.

whatsapp-image-2024-01-16-at-20-31-21.jpeg

Kitabınıza “Neden Plaza Sufisi?” sorusuyla başlıyorsunuz. Aynı soruyu biz de tekrar edelim o vakit: Sahi, neden Plaza Sufisi?

Aslında direkt mekânı imlemese de plaza insanı sizi, beni hatırlatıyor. Teknolojik, finansal, kültürel, sosyopolitik gelişmeleri sindirmeye fırsat bulamadan yenilerine maruz kalan, bu gelişmelerden geri kaldığında fobiler geliştiren, mutluluğu tüketim ve hazlardan elde edebileceğini zanneden günümüz insanını yani. Ben de böylesi bir karakterden yola çıkarak, içerinden konuşmayı tercih ettim.

Peki, ne anlatıyorsunuz?

Plaza Sufisi, Peyami Safa’dan rol çalarsam şayet, Fatih-Harbiye arasında kalmış günümüz kentlisinin yolculuğu aslında. Ben sadece böylesi bir güzergâhta karşımıza çıkan durakları işaretliyorum. Elinizdeki kitap, tasavvuf ve pozitif psikolojinin aynasında gördüklerimi, anlayabildiklerimi gösterdiğim notlardan mürekkep.

Kitabınız dört ana başlık ve kırk bölümden müteşekkil. Bu biraz Hacı Bektaş’ın 4 Kapı 40 Makam’ını hatırlatıyor sanki.

Açıkçası kitabı yazarken böyle bir tesadüf yoktu aklımda. Ama çalışmamı bölümlere ayırıp, kendimce birtakım tasniflere giriştiğimde beni de şaşırtan bir terkip çıktı karşıma. Plaza Sufisi’nde, görüşlerine sıklıkla müracaat ettiğim ve çok sevdiğim Hacı Bektaş Veli’nin öğretisine denk gelmek bana da güzel bir hediye oldu açıkçası.

Kitabınızı okurken şunu fark ettim: Çok soft bir üslubunuz ve anlatımınız var. Bu tutum, meseleleri algılayış biçiminize de sirayet etmiş gibi. Ne dersiniz?

Doğru bir yerden bakıyorsunuz, evet. Bu bir kurgu değil; ama kitapta bize Türkiz Hanım eşlik ediyor. Onun o manevi dinginliği, dünyanın peşinden değil, dünyanın onun arkasından gelmesi beni her şeyden evvel bir okur olarak cezbetti. Tasavvufla alakalı fikir beyan edecek değilim elbette. Ama çokça kitap ve makale okudum. Burada haklı olarak, sufizm kitaptan öğrenilmez itirazınızı seslendirebilirsiniz, hemfikirim. Fakat yine de hakikat dediğimiz ‘asıl olan durum’, eskilerin deyişiyle meselenin künhüne vakıf olmak adına iyi bir zihinsel ve kalbî egzersiz yaptım diyebilirim. Bundan dolayı, yumuşak bir üslupta ilerlerdim ve yönümü hep bu naif seslerle örmeye gayret ettim.

Kitabınızda zengin bir kaynakça da var: Kabaca kaydedersem Daniel Gilbert’in Mutluluk Beyinde Başlar kitabının yanına Ahmed Yesevî’nin Menâkıbnâmesi, onun hemen berisinde Bruce Lipton’un İnancın Biyolojisi, Irene Melikoff’un Hacı Bektaş’ı, ve Abdülbaki Gölpınarlı’nın Melamilik ve Melamiler kitapları yan yana duruyor. Bu bilinçli bir tercih mi?

Şüphesiz bilerek tercih ettim bu bileşkeyi. Çünkü kadim bilgilerin coğrafyası, bilgelerin bir ülkesi yoktur. Rilke ile Ebu’l Hasan Harakanî arasında asırlar olsa da anlamanın bir tür yalnızlık olduğunu ikisi de belirtmiştir. Bugün son uykusunu Kars’ta uyuyan Harakanî’nin “Bir kalpte hüzün varsa o kalp benim kalbimdir.” sözünü Alman şair, Dua Saatleri Kitabı’nda aynı hüzünle şerh ediyor gibi. Ben de gerek bu toprakları mayalamış isimleri gerek dünya sathında vazettikleri ile hâlâ birilerinin kalplerine dokunanları bir araya getirdim. Klasik tarifle bir Doğu’dan bir Batı’dan ama içinde hep insanın olduğu bir anlam şeması çizmeye çalıştım. Hayatı ve kendimizi daha iyi anlamamızı sağlayacak, yaşamımıza değer, anlam ve mutluluk katacak farklı öğretilerin güzel ve erdemli yanlarıyla zenginleşerek ilerlemek varken niçin kendimizi kalıplar içinde kısıtlayalım, neden sadece tek kaynaktan beslenelim ki?

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Tasavvufta asıl amaç; zıtlık ve farklılıklar içinde gerçek olan ‘tekliği’ ve ‘birliği’ görebilmekte. Zaten gerçek özgürlük de yeryüzündeki çokluğa, farklılıklara, zıtlıklara saygı göstermek, iç dünyamızda bizi esir alan negatif duygu ve düşüncelerden kurtulmak değil mi? Yoksa sadece bize benzeyeni, bizimle aynı görüşte olanı benimser ve değer verirsek, bu sadece kendimizi sevmekle aynı kapıya çıkar. Varoluş yolcuğumuzda yolda kalırız, oysa yolcu yolunda gerek…

Öne Çıkanlar
YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN